Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 2

  • Kişisel           : 386041

  • Toplam         : 3436643

Köşe Yazarı › Yücel CAN › POTPORİ
10131 kez okundu
02/01/2011

Yücel CAN / POTPORİ


Daha çok çeşitli yerlerden harmanlayarak alınmış müziklerin beraberliğindeki farklı ritimler ve birleştirilmiş sesler için kullanılır potpori terimi. Müzikte kendini söz ettiren potporiyi neden sözlerde, köşe yazılarına davet ederek varlığından söz etmeyelim ki.. Belki de köşe yazılarının yeni bir terimi, mecazi bir ifadesidir potpori.

Hiçbir şeyin farkında olmadan hayatın ilk başlangıcında bu ağlamak niye! Daha merdivenin başında bile bu ağlamak yürünecek yolların uzunluğuna mı, yoksa hayat yolunda sürünmelere, engellenmelere, düşüp kalkmalara mı ağlamanın sebebi?

Yoksa bebek hayatta sadece şeklen insan olunmayacağını önceden hissederek insanının içerisinde bulunacağı korkulara, acılara, kederlere, kötülüklere ve kişiliklere mi ağlıyor acaba?

Zaman, zemin, şartlar farklı olsa da kötülük hep isim değiştirerek yaşam sürüyor bu hayatta. İnsanlar hep güçlerini kaybetmeyecek ve ölmeyecekmiş gibi inanıyorlar ve öyle de yaşıyorlar. Ben tok olayım başkası bana ne, hep ben iyi olayım başkası bana ne, bana dokunmasın da bencillik kisvesi ile maddi büyüklüklerinin merceğinde dev oldu bazı güçlü insanlar.

Geçici bu hayat içerisindeki güçlülerin haklı olanlara karşı haksız galibiyetleri, sadece her şeyin kendisine ait olmasındaki bencillikler, güzeli paylaşmadaki çirkinlikler, hoşgörüden uzak olan kibirlenmeler, makamların gücü ile kendini dev aynasında görmeler, hiç ölmeyecekmiş gibi hırpalanan insanlar ve onur savaşı veren insanlık. Bu psikolojik ve sosyal kirlenme, kavga, insanlığın bu çöküşü niye?

Ve… Kötülüklerden kendimizi alıkoyamamak, ya da en sevdiklerimizi insanlığın can çekişen manzaralarında fırtınaya kaptırarak hayat girdabında boğulmaya engel olamamak. Hani geçici zevkler ve istekler karşısındaki yalanlarımız. Dostluklarımızı maddenin gerisine attıklarımız, insanlığa hizmetteki aczimizi ortaya koyarak bitmeye yüz tutan duygularımızı harekete geçirmedeki, tembelliğimiz ve neyime lazımcılığımız var ya!

Asıl mesele ne ola ki? İnsan sadece etten yaratılan bir varlık olmadığına göre bir gayesi olmalı insanoğlunun. İdealleri, arzuları, duyguları, sevgisi ile farklıdır insanın. İki hece ve beş harften ibaret olan insanın tanımını yapmak hem kolay, hem de gerçekten çok zor. Güzelin, doğrunun, şefkatin, sevginin, kültürel yaşam değerleri ile uyumlu azimli, güvenilir, samimi, ilkeli, vakur bir hayat, insan olma yolundaki olmazsa olmazların belki de ilk akla gelenleridir.

Bu anlamda vizyon ve misyon sahibi bir insanlık haritasında insanı ön plana alarak insana değer verebilmektir. Defolu, hatalı, kusurlu bir mal ve hizmetin alıcınsın rağbetinin düşük olması gibi. O halde öğrenilmesi gereken şey birilerinin insanın insan olduğunu hatırlaması, insanın çok kutsal bir varlık olduğunun bilincinde olmasıdır. İyiyi, güzeli, doğruyu, değerleri anlamak için.

Kalem; sevgisini, samimiyetini hep yaşamaya çalışırsa, sevmeye de cesareti varsa, hayatın duraklarındaki gerçekleri görecek göze sahipse, hayatın dönemeçlerinde her kesimi temsil eden insanlarla hasbıhal edecek gönül güzelliğini göz ardı etmiyorsa, soğuk kış günlerinde bile yürekleri ısıtıyorsa, yazın bunaltıcı sıcaklarında bile serinlemeyi biliyorsa, kendini dünyaya açmış “erkekler ağlamaz” sözüne aldırmadan taşlaşmış yürekleri yumuşatan sevgiyi yaşıyorsa, bütün güçler karşısında bükemediği eli öpmeden onurlu bir insan kimliği adına mücadele edebiliyorsa, karşıdaki yangını söndürmeye giderken ayağına çelme takılmasına rağmen bir bebek gibi yürümeye inat ediyorsa, insanlığa hizmete koşarken kaygı ve menfaatler karşısındaki ben merkezli tavırlara rağmen azmini yitirmiyorsa, hele hele en zor zamanlarında bile gülebiliyor ve tebessümü ile katılaşmış kalpleri yumuşatabiliyorsa, hayatı güzel görüp güzel düşünerek hayata hayat katıyorsa, bütün sıkıntılara rağmen teslimiyetle hala insanı sevmeye yüreği varsa, insanlığa hizmet için Mevla’nın hoşgörüsünü, Yunus’un aşkını, Akif’in vatan sevgisini; hele hele Sabır Kahramanını da kendine rehber ediyorsa hangi sisli hava ümitsizleşerek ne zaman yalnız hisseder ki Kalem kendini? Hatta teslimiyetle ölüme meydan okuyarak o zaman ölse de ölmez ki Kalem.

Bir de yalnız olmamalı bu hayat yolculuğunda kaderin çizgisini elinde bulunduran Kalem. Hey Dostum unutma ki bu kalabalık şehirde birçok insan yalnız olabilir ama Sen yalnız değilsin. Unutma ki senin kalplerde yerin var, uzaklarda da olsa Senin dostların var. Çünkü Sen; ayrılık otları arasında mücadele eden bir Sevda Çiçeği, bir Kardelen ve Umutsun. Ve Sen duyguların, hasletlerin unutulan Özlemisin. Sen, tahribin kolay bir şekilde yapıldığı sabırla zor olan tamire talipsin. Sen; güzel görmeli, güzel düşünmeli, kötü değerlendirmeleri gösteren gözlükleri değiştirmelisin. Daha da önemlisi Sen insan olmanın farkındalığı ile yaratıcının en büyük gücü olduğuna olan inanç ve teslimiyeti elden bırakmamışsın ya! Hem yarın Ümit hayat bulacak. Hayatın can damarı olan yağmur vesilesi ile birçok şey can bulacak, karanlığın perdesi güneşin doğması ile yırtılacak. Tozlanan insanlık belki de derin bir nefes alacak, kötülükler tatile çıkacak.

İnsanı insan yapan değerleridir, kendisidir, benliğe girmeden kendindeki ben olabilmektir. Bu anlamda ilkelerin getirdiği olmazsa olmazlar onurlu bir hayatın ta kendisidir. Şahsiyetli bir kişilikle yoğrulmuş vatan, millet, bayrak, egemenlik gibi tarihi mirasa sahip değerleri karşılıksız bir şekilde, hiçbir beklentiye girmeden mücadele ederek hayata anlam katarak insanlığı zenginleştirmektir. Hayatın en zor şartlarında bile gülerek hayata yeniden merhaba diyebilmek ve her mücadeleyi olgunlukla karşılayarak yılmadan tecrübe adına inadına hayata anlam katabilmek adına mücadele edebilmek. Kışın en zor şartlarında bile kardelen olabilmek…

Hiç kimse yalnız birkaç yıl yaşamakla ihtiyarlamaz. İnsanları yaşlandıran, ideallerinin yok olmasıdır. Yıllar cildi buruşturabilir, fakat heyecanların, fikirlerin feda edilmesi ruhu buruşturur. Üzüntü, kuşku, korku, maneviyatsızlık, kendine güvensizlik ve yeis; bütün bunlar başları eğen ve ilerleyen ruhu tekrar gerisin geriye götüren çok uzun yıllardır.

Toplumun kaliteli, vizyon ve misyon sahibi adam gibi adamlara ihtiyacı var. Gelin mesnetsiz, ön yargılı bakışlarla bu insanları türünün son örnekleri haline getirmeyelim. Cahil olanlardan farklı bir yaklaşımda bulunalım, korkularımızın, endişelerimizin, beklentilerimizin gölgesinde kalarak insanlığımızı ayaklar altına almayalı. Unutmayalım ki kırdığımız kalbi onarmaya belki vaktimiz kalmayacaktır. Haksız uygulamalarımızın faturası ama bugün, ama yarın değişik şekillerde karşımıza çıkacaktır.

Ah ahh! Kimler gelip göçmedi ki bu yalancı dünyadan, kimler ne saltanatlar sürerek veda etmedi ki fani dünyaya. Geçici zenginlikler, güzellikler kimleri aldatmadı, kimleri oyalamadı ki, kimler bu dünyanın peşinde koşmadı ki, kimler bu dünyayı terk etmek istedi ki,
Sahi kimler dünyadan neleri alıp götürebildi ki…

Zerre kadar her şeyin değerlendirildiği bu hayatta, yapılan her bir kötülüğün yürekte bir sancı, hayatta silinmeyen bir iz olduğu da unutulmamalıdır.Tabi ki iyiliklerin bıraktığı tohumların filizlenmesi, meyve vermesi, kök ve budak salması, dahası ölümsüzleşmesi adına bırakılan izler de unutulmamalı, unutulmuyor da.

Dünyaya bir tuş ile ulaşmak mümkün iken, semalardaki uçuşlar yeni dünyaları haber veriyorken, herkese yetecek kadar su, hava, toprak, güneş varken bu kirlilik, bu hazımsızlık, bu huzursuzluk, bu susuzluk niye?

Tüm Yazılar için Tıklayınız