Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 1

  • Kişisel           : 386095

  • Toplam         : 3439549

Köşe Yazarı › Yücel CAN › Hassasiyetlerde İnatçı
5625 kez okundu
05/09/2009

Yücel CAN / Hassasiyetlerde İnatçı



HASSASİYETLERDE İNATÇI OLABİLMEK

Tohumlar her coğrafya ve iklimde yeşerip mahsul veremez ki. Tohumlar değişik türlerde kendine özgü bir tarz ile neşvü nema bulur bu alemde. Kimileri de zor şartlara rağmen bir Kardelen olarak numenedir bu hayatta. Hem tohumların hayat bulup mahsul vermesi için sadece coğrafya ve iklim de yeterli mi acaba?
İnançlı bir şekilde yürümeye başlanılan bu yolculukta tohumu tanıyarak tercih etmek ilk adımdır. Tohumun hayat bulabileceği iyi bir coğrafya ve iklim tercihi de ikinci adımdır. Tabii ki önemli bir diğer adım da bakım, koruma, besin, çevre şartları ve zararlı haşere türü şeylerle mücadele edebilmektir.
Can suyu ile umuda başlar ilk hayat yolculuğu. Gübreler, ilaçlar, vitaminler ile direnç kazanarak daha güçlüdür bu yolda tohum. Ve uzun süren yolculuğun ilk molasında yeryüzü ile tanışma sonrası belli dönemlerden geçerek fide, fidan gibi isimlerle değişimlerle gelişir, değişir tohum. Kolay mı öyle hayatın bütün zorluklarına rağmen ayakta kalabilmek, üstelik meyve vermek? Bu yol dikenli ve virajlı bir yol. Bakımsızlık, sıcak, soğuk, zarar verme ile düşüp kalkarak da olsa inatla dirençli bir şekilde hayatta var olabilmek önemlidir elbette. Burada çiftçiye düşen tarlayı sürmek, ilaçlamak, her türlü bakımını yapmak ve olumsuzluklara karşı tedbir alabilmek. Sonrası, takdir, teslimiyet ve rızadır.
Her tohum toprakla buluştuktan sonra filizlenir mi, her filiz toprak üzerine çıktıktan sonra yaşar mı, meyve verir mi?
Kimi tohumlar sadece görüntüde kalır istenilen ürünü vermezler, kimileri de ürünün kendine has rengi, tadı, kokusu ile huzur verir insanoğluna.
Evet insan da tohum, filiz, fidan, çiçek misali gibidir. Nasıl bir benzerlik var ki tohum, bitki ile insan arasında?
İnsanoğlu neden arzu edilen meyveyi vermiyor, ya da arzu edilen düzeyde meyveler tat vermiyor ki?
İnsanoğlundaki bu açlık, susuzluk, kin, öfke, fırtına, gerginlik, kavga, huzursuzluk, savaş, ölüm neden?
Gözler neden ağlamıyor, kalpler neden sevgi ve şefkate kapılarını kapatmış?
Neden insan kendi dışındaki insanların sıkıntılarına kapılarını kapatır olmuş, sevgisini dar çevrede paylaşır olmuş; vefa revirde can çekişir, insanlık türünün son örnekleri ile hayat mücadelesi veriyor hale gelmiş acaba?
Bu gariplikler, vurdumduymazlıklar, ölümsüzmüşçesine hırslar ve ben merkezli yaklaşımlar niye?
Yüreklerin, akılların kaldıramayacağı manzaralar karşısındaki “ben tok olayım başkası acından ölsün, bana karışmayan yılan bin yaşasın” mantığı ile yalnızlaşma ile kabuğuna çekilen bencil insan, teknolojinin kurgusu ötesinde duyguları ile yok olmuş?
Varlıklar içerisinde yokluklar çektiğinin, bir noktada kuruduğunun neden farkında değil insanoğlu?
Binlerce fidanımız sevgisizlikten mi bilinmez neden solgun ve bitkin ki?
Yunusça isimli köşe yazısına güzel yorumu ile yeni ufuklar açan, fahri hemşerim, gönül dostu Sevgili Yazar’ın ifadesi ile “… Yunus Emreler, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler... bu topraklardan yetişti. Atık niye bir Yunus bir Mevlana bir Hacı Bayram-ı Veli, bir İbn-i Sina, bir Ali Kuşçu... çıkartamıyoruz. Bu topraklar aynı topraklar, ama değişen bir şeyler var ki bu topraklar verimsiz çorak hale geldi...
Değişen ne acaba, topraklar mı, yoksa insanlık mı?
İklimler neden bu kadar kararsız ve dengesiz, dün neden küresel ısınma diye bir sıkıntı yoktu?
Yoksa iklimi değiştiren, havayı bozan bizim yanlışlarımız mı?
Şeklen insan olabilmek yeterli mi acaba?
O halde?
Asıl mesele gerçek anlamda insan olabilmek.
İnsan yaşadıkları itibarı ile tohum öncesi süreçle özdeş sanki. Yani uzun, çileli, bir o kadar zevkli olan bu yolda tohum, gerçekten tıbben ve ilmen de ispat edilmiş ki çok ama çok önemli bir süreç. Yani insanın birçok sorunu ve sıkıntıları belki de tohum süreci, yani hayata karar verme aşaması ile yakından ilgili.
Diğer süreçler de tohumla özdeş gibi. Bin bir değişim ve gelişim sonrası ağlama ile hayata bebeklikle merhaba diyor sanki. Kolay mı farklı alemlerden dünyaya gelerek uyum sağlayabilmek ve yaşayabilmek. Tıpkı insanoğlu da çiçek gibi su ister, hava ister, iyi bir bakım ve ilgi ister.
Belki hayatta, yaşama adına engelleri kaldırıyoruz ama hayatı gerçek anlamda öğretemiyoruz gözümüz gibi baktığımız yavrularımıza. Sanki sadece yaşamak için yetiştiriyoruz bu fidanları. Ya idealler, yaratılıştaki amaç, insanın kendisini ve insanları tanıması, insanı sevmesi, insanlığın huzuru adına bir nefer gibi hizmet sunabilmesi. Dahası da var. İyiyi, doğruyu, güzeli, estetiği ve değerleri ezberden öte kendi alemimizde ne kadar yaşayabiliyoruz ki?
Kendimizi ne kadar tanıyoruz, kendimize ne kadar değer veriyoruz, kendimize ne kadar iyi davranıyoruz ki? Kendini bilen, insanları ve dünyayı da bilir. Kendini bilen insan nasıl kendine ve insanlara zarar verebilir ki?
İnsanı seven, sebepsiz bir şekilde bir insana zarar vermeyi dünyaya zarar vermek kadar umursayan, türünün son örneği de olsa, ne olursa olsun bütün olumsuzluklara karşı ümitsizliğe asla kapılmadan “Azimli, Güvenilir, Samimi ve İlkeli” olabilen insan neden güvenlik güçlerine ihtiyaç duysun, tehlikeler yumağı haline gelen sokağı tercih etsin, bile bile hayata lades desin ki?
Yanlışlara aklında ve kalbinde dur! uyarısı yapabilen insan özellikli insandır. Ya samimiyet ile beraber güzel ahlakla süslü insanlık bahçesinin kendine has güzelliklerine sahip olabilmek. Yani vizyon ve misyon sahibi olabilmek.
Samimiyeti, haysiyeti, güzel duyguları ve ahlaki değerleri en büyük kazanım kabul ederek, olmazsa olmazlarla insanlarla beraber olmaktan zevk alabilmek. Bir de insanlara karşı duyarlı olabilmek, bir noktada onlarla hemhal olabilmek. Asıl mutluluk da bu değil mi?
Bu tip insanlar hayatın hangi basamağında olurlarsa olsunlar, huzurlu ve umutlu insanlardır. Bu insanlar güçlüdür, korkak değildir. Çünkü…
Kimseye diyet borçları, eziklikleri yoktur bu insanların.
Üstelik yanlışlarının olmaması bu insanların seslerinin yüksek çıkmasının en büyük sebebidir. Karın doyurmak amaç değil, araçtır geçici şu dünyada bu abideler için. Bu insanlar için en büyük makam izzet ve haysiyet makamıdır. Bu tip insanlar ben demezler, biz derler. Zerre kadar bir güzelliği insanlığın lehine kullanmak için gayret sarf ederler. Öldükten sonra kalıcı bir eser ve hoş bir sada en büyük kazanımdır onlar için. Çünkü dünyanın en zengin insanlarının bile yanında hiçbir şey götürmediklerini daha önceden görerek kabul etmişler bu insanlar.
Biz insanlığımızı nerede unuttuk, biz dünümüzü neden bilmiyoruz. Üstelik dünümüzle bu kadar neden kavgalıyız acaba?
Ortak birlerimize rağmen yaşanılan bu kültür erozyon oyununun yoksa bir parçası mıyız?
Kapılarımızı, gönlümüzü neden kapalı tutuyoruz ki?
Evet mahsulün bu kadar verimsiz, bir o kadar bezgin olmasının sebebi yoksa mazlumu, kimsesizi, muhtacı, acizi itip kalkmak mıdır?
Vaveylaları duymazlıktan gelecek kadar sağır, hayatı göremeyecek kadar kör olan, duyguların körelmesi karşısındaki güçsüzlerin lisanı hali ile feryatlarının tezahürümüdür bu fırtınalar?

Dünyayı kendi düşüncesi ile çevreleyenlerin mutlulukları boğazlarını tıka basa doldurmak, mideye çeşitli yiyecekleri karıştırmak, karnı doyurmakla sınırlı. Onlar bu şekilde mutlu olurlar. Onların cesaretleri, geçici üstünlükleri, emaneten üstünde oturdukları altından ne zaman oturaklarının çekileceği belli olmayan geçici üstünlüklerle sınırlı. Onların güç dayanağı kendilerinden kaynaklanmıyor. Aslında onlar hem korkak, hem cesaretsiz, bir o kadar da sevgiyi yaşamayacak kadar fakirler. Yapmacık süsleri gül zannederek koklarlar, koku alamayınca da güçlü benlikleri ile kırarak yeni çiçeklerle avuturlar, tatmin ederler kendilerini. Üstelik onların dünyaya bıraktıkları kötülükleri ise tek mirasları…
İnat kibrin kinin, hasedin kötü hasletlerin arkadaşlarındandır. İnat, bir noktada kazançları feda etmektir, cepten harcamaktır. Ama kuralları görmezlikten gelerek bu defa insani hassasiyetlerdeki duyarlılığı yitirmeme adına, değerler, sevgi, hoşgörü, fedakârlık, güvenilirlik, samimiyet ve ilkeli olabilmek için adına, insanlık adına azimle inat…

BAŞSAĞLIĞI: Sadece sevgisi ile değil, yatırımları ile de memleketini unutmayan ve kimsesizlerin de uzanan eli olan işadamımızı kaybetmenin derin üzüntüsü ile başta Merhum Talat Akgün’ün Oğlu Metin Akgün’e ve yakınlarına başsağlığı, kendilerine de Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.
TEBRİK : Hayat devam ediyor. Bir yandan ölümler, diğer yandan mutluluklar. Bir noktada hayatın cilveleri tezahür ediyor. Elazığ Mermerciler ve Madenciler Derneği'nin (EMMAD) 2. Olağan Genel Kurulu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığına seçilen Sayın İbrahim Solmazı ve Sayın Yahya Alper Bektaş Şahsında EMMAD Yönetim Kurulu Üyelerini tebrik eder, Elazığ ve Ülkemiz ile ilgili çalışmalarda yeni ufuklar açacağı inancı ile başarılar diliyorum.

Tüm Yazılar için Tıklayınız