Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 1

  • Kişisel           : 386133

  • Toplam         : 3440996

Köşe Yazarı › Yücel CAN › BİR MUCİZE OLAYDI DA…
2449 kez okundu
20/11/2019

Yücel CAN / BİR MUCİZE OLAYDI DA…


Nereye baksan acı ve kara bulutlar hep aynı coğrafyanın üzerinde sanki. Filistin, Doğu Türkistan, Myanmar, Irak, Mısır, Yemen, Suriye…mazlum coğrafya kan ağlıyor. Bazı İslam Ülkeleri İsrail’le, ABD ile, AB Ülkeleri ile omuz omuza. Buna rağmen İslam Ülkeleri arasında kardeşlik, tesanüt, birliktelik olmadığı gibi bu ülkeler maalesef İslam Ülkelerine karşı İsrail, ABD, Batı ile omuz omuza.

Yine de en iyisi, İslam Aleminin umudu, mazlumların hamisi Türkiye’ye yönünüzü çeviriyorsunuz.Türkiye de içte ve dışta düşmanla, terörle, hainle vuruşuyor. Lozan ve Ayasofya çemberinde dar alana hapsedilmek isteniyor Türkiye. Bu yüzün dışında ikici bir çehreden bakınca sosyal medya birçok kolaylığı ile de insana faydası ile birlikte insandan da çok şey götürmüş. Ortalık klavye kahramanları, insanlık abideleri ile dolmuş taşmış! İyi de etraf berbat…

Gerçek yüz, sanal yüz, sahte yüz birbirine karışmış. Bütün kötülükler, alçaklıklar, yalanlar, iftiralar, ihanetler, kullanmışlıklar, vefasızlıklar, belalar, engeller, haksızlıklar, adaletsizlikler, dünyevileşmeler... hayvanileşmiş duygular karşısında insanlık örselenmiş, hırpalanmış, kalp kırık mı kırık, gözler yaşlı ve kanlı…

Ak ve karanın safları dün gibi net değil. Saflar, renkler karışmış, hesabiler şeytana taş çıkarırcasına bukalemunları aratan renklerde iki yüzlülerin yirmi yüzlerden öte yüz yüzlü olduğu ara renklerin hakim olduğu bir dünyanın pusulası da şaşkın, göstergesi de bozuk, kafalar karışık ve insanlar mutsuz mu mutsuz.…

Müslümanın şekli bile aldatır olmuş. Sadece ikiyüzlülük ve münafıklık mı? Ya güven duygusu ne alemde dersiniz? O da bir o kadar insanın içini kemiren şüphelerle dolu…

Hele bir de inanç ve iman yoksa…

Daha çocukluğumuzun abc’sinde televizyondan, cep telefonundan, tabletten uzak ninnilerle, dualarla, sevgi ile kucaktan kucağa şefkatle hormonsuz büyümeye başlamıştık biz. Çocukluğumuzdan itibaren ayakkabı boyadık, çıraklık, komiklik, garsonluk, şeflik, işçilik, muavinlik yaptık, hayvan otlattık, inşaatlarda- bahçede-bağda çalıştık, yevmiye ile çalıştık. Bismillah diyerek harama bulaşmadan, tırnaklarımızla yol yürüdük. Yalnız Rabbimiz vardı arkamızda. Su- tatlı- simit- yumurta- süt-yoğurt-ekmek arası salatalı yumurta sattık...Ama davamızdan, mukaddesatımızdan taviz vermedik, davamızı pazarlık konusu yapmadık. Dünyayı maksat yapmadan sattık ama mukaddesatımızı, inancımızı, benliğimizi, vatanımızı, kendimizi, insanları satmadık ve pazarlık konusu bile yapmadık. Köyden ilçeye, İlçeden şehre, Anadolu’dan karınca gibi adım adım tecrübemizle, emeğimizle kazandıklarımızı biriktirerek geldikbu yaşa, Başkent’e. Ama kimseye ihanet etmedik, kimseyi kullanmadık, kimseyi yarı yolda bırakmadık. Ama baktık ki telef etmişler, kullanmışlar, yaralamışlar, ihanet etmişler, hedefe gitmek için mubahı bırakın; haramı hırsla helal görüp kırıp dökerek dünyevileşmişler. Bir bakmışsınız ki ezmişler, kırıp dökmüşler sizi….
Bazen baş döndüren bu hengameden kurtulmak, uzak kalmak için bir mucize olaydı, bir imkan olaydı da… o temiz, saf çocukluk dönemlerindeki Keban'a, Üçağaç Köyüme, Elaziz'e geri döneydim diye geçmişe bir özlem duydum birdenbire. O içimi acıtan mahalledeki Merhum Jandarma Elif Teyze’nin sert yüzündeki ve dilindeki sertliğe maruz kalaydım, babam beni okula bir hafta geç gönderip teneffüsteki yalnızlığımın bayrak direğine sarılaydım, soğuk ve dondurucu havada kapısını çalıp Feyza Öğretmenin yabancılığındaki dondurucu soğuğa maruz kalaydım,İşte benim öğretmenim dediğim için avantadan yine şamar yiyeydim, Abi’min kendi isteği ile sıcak ekmek ile kahvaltı yapması için her sabah taa Aşağı Çarşıya ekmek almaya gideydim, daha çocukken Keban’dan köye tek başıma ineği götürmenin zorluğunu yaşayaydım, Fırat'ın karanlık tünelinde tek başıma inek götürme nöbetinde sesleriyle yankılanan hayvan seslerinin ve ampul gibi yanan gölerin korkusunu yaşayaydım, babadan-abiden kalan elbiseleri giyeydim- topuklu ayakkabıyı da giyeydim-onluk çivili kemeri 23 Nisan'da bir daha giyeydim, çocukluğumdaki gibi gibi pişmiş yumurta- su- tatlı sataydım; boyacılık yapaydım, lokantalarda, parklarda çalışaydım; o yokluktaki yazın sıcağındaki köyde çocuk olmama rağmen işçi gibi su için kazma- kürek ile çalışaydım, ineğimiz çok süt versin diye tek başıma sulak ve derelerde inek otlataydım, kimsesiz Zülküf Abi’yi çocuk yaşta banyo yaptırmama rağmen acımasız halde bacaklarıma vurulan sopaların önünde ağlayaydım...yalnızlıklar, parasız dönemlerdeki yokluğu göreydim, yurtta kalmak için parasızlık ve çaresizliği göreydim de bu samimiyetsizliği, bukelemunluğu, bencilliği, enaniyeti, havaleciliği, dünyevileşmeyi, darbeyi, yarı yolda bırakılmayı- mekkar, gaddar bu asrı, alçalan şekilden öte gafil, insanlığı kandıran halleri görmeyeydim…

Uyandım, baktım ki ona da imkan yok. Haramın adı, bir şeyi kılıfına uydurmanın adı iş bilmek olmuş, aldatmanın adı uyanıklık, kazak atmanın ticaret, hak etmeden bir makamda oturup rakamları saymanın adı siyaset olmuş.

Lise son sınıfta bekle beni İstanbul, bekle beni Ankara derken büyükşehirlerin zor şartlarına rağmen ayakta kalabilmeyi kastetmiştim ama zemin kaygan, liyakat, duygular, hasletler, hassasiyetler kalmamış. Oyunu kuralına göre oyna, kendin dışında her şey ol, çok yüzlü ol, kaygan zeminde dans et, sadakati ve samimiyeti çıkarın için kullan yeterli.

Her şeye rağmen inadına arı, duru kal, bozulma.Ha gayret hep hasbi kal, kanaatkar ol, hırsa gem vur… ayak oyunları karşısında uyan sözleriyle bir an irkildim. Baktım ki Fırat’ın o suyu yok, Hazar’ın güzelliği yok, Harput7un kokusu yok, ana-baba-kardaş yok, Gakkolar yok. Hele insanlık, merhamet, muhabbet yok.

Ne olursa olsun hakikat hala ölmemiş ve ölmemeliydi. O halde türünün son örneği de olsa
Allah’a dayanarak mazeretsiz mücadeleye devam…

Her türlü imkan ve gelişen teknolojiye rağmen insanlığın hastalığı ve reçetesi ne ola ki!
Sana nasıl hitap edelim, insanlardan en çok ne istersin, ya da isminin ne olmasını isterdin diye sorulsa tereddüt etmeden sadakat, samimiyet, vefa, sevgi (muhabbet), hürmet ve güven derdim. Toplumun hastalığı nedir veya toplum her yönüyle nasıl değişme ve gelişme yolunda yol alır diye sorulursa da bu sayılanlara kanaatkarlık, benlik hastalığından, kibirden uzaklaşmak ve adaleti eklerdim.

Fiziğiniz, zaman, mekan, şartlar değişsin, hesaplar havada uçuşsun, şatafatlı hayatların sahte yüzlerinin boyaları renga renk olsun, makamlar baş döndürsün, rakamlar varsın insanı Karunlaştır’sın... Siz hala samimiyet, sadakat, vefa, emniyet içerisinde hasbiyseniz, dün yürüdüklerinizle bugün hala beraberseniz kutlu yürüyüşe devam, yol uzun ve meşakkatli. Yalnız Allah’a dayanmak en büyük güç ve referans olmalı. Madem Allah var, mahzun olmamalı insan.

Sizi her şeye rağmen unutmayan, sizi yalnız bırakmayan ve dualarınızda Sizi unutmayan Koca Yüreklilerle yola devam... Varsın şekli insana benzeyen, insanı kullanan bedbahtlar utansın. Zira zerre bile hakkını arar Ey Can... Bu gününün yarını, yarının toprağı Sıratın başı var Ey Can!

Tüm Yazılar için Tıklayınız