Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 2

  • Kişisel           : 386072

  • Toplam         : 3438291

Köşe Yazarı › Yücel CAN › AR(İ)EFE GÜNÜ DERDİ ANAM...
7381 kez okundu
07/03/2016

Yücel CAN / AR(İ)EFE GÜNÜ DERDİ ANAM...



Daha küçücüktüm, çocuktum, altı yedi yaşlarındaydım. O zamanlar da günler uzun ve çok sıcaktı, temmuz, ağustos aylarıydı herhalde. 
Annemiz, babamız, büyüklerimiz bize teşvik ederdi oruç tutmayı. Hele sahur bir - anlatılırdı ki bazı meslek grupları bile belki bu kadar etkileyici olmazdı. Ve sıkı sıkı tembihlerdik anamızı, babamızı, büyüklerimizi aman ha beni de sahura kaldır diye! 

O sabah uyandığımızda sahura kalkamamış isek üzülerek neden sahura kaldırılmadığımızı sorardık. Ve başlardık aç aç oruç tutmaya!  Anamız, babamız ve büyüklerimiz dayanamayarak sahura kaldırmak zorunda kalırlardı bizi. Çok sade ama samimi ve kanaatkârdı sahur sofraları. Sabah kalkar bahanemiz de olmazdı, oruç tutardık.  Tam öğlen sıraları, güneş tepemizde. Başlardı bizim su ve yemekle olan imtihanımız ama düşe kalka da olsa tutardık orucu. Oruç tutamadığımızda da öğlene kadar tutardık. Bize kızmazlardı büyüklerimiz tekne orucu, yarım gün tuttun aferin diyerek desteklerdi, şevkimizi kırmazlardı üstelik.

İftar sofralarımız da öyle caf caflı, şatafatlı değildi ama rahmetli idi, bereketli idi, doyurucu idi, kanaatkârdık o zamanlar... Yemeklerde bismillah olduğundan, yemeklere sevgi katıldığından, tabiri caizse toplama yemek olmadığından yemeklerin lezzeti ve de bir başkaydı. Sadece lezzeti değil aynı zamanda mutlu ediyordu sanki yemekler.

Ramazanda oruç, sahur, iftar edebini ve terbiyesini üniversite görmeyen anamızın, babamızın ve büyüklerimizin hasbi ve samimi duruşuyla zorlanmadan oruca hep özlem duyardık.

Ya o teravih namazları; koşardık camiye. Çocuk olsak da pek şımarık olmadığımızdan mıydı ne, çok sesli gülmezdik ama sadece bir bakış yeterdi bize...

Bizim çocukluğumuzun oruçlu olduğumuz zamanlarında iş dışında,  teravih namazı öncesi ve sonrasında anlatılan kıssalar vardı. Çocukluğu ile hayran kaldığımız, sevgi ve merhameti ile gıpta ettiğimiz Hz. Muhammed  s.av, inancının gereği ateşe atılarak inancından taviz vermeyen Hz. İbrahim a.s, özlemlerin ve kardeşliğin sembolü Hz. Yusuf a.s, Firavunun karşısında diz çökmeyen Hz. Musa a.s, saltanatın en güzelinde hayat süren Hz. Süleyman a.s vardı. Daha hayatımıza yön veren hangi peygamber yoktu ki…

Bizim çocukluğumuzun ramazanında, iftar sonrasında ve sahurunda Hz. Ebubekir'in sadakati, Hz. Ömer'in adaleti, Hz. Osman'ın ahlakı, Hz.Ali'nin kahramanlığı ve ilminin kıssaları vardı. ...

Hz. Amine, Hz. Hatice, Hz. Ayşe, Hz. Fatma, Hz. Zeynep, ta öteden Hz. Meryem, Hz. Rabia, Malhun Sultanlar vardı...

Ve bizim çocukluğumuzun ramazanının kıssalarında ceddimiz vardı, atalarımız vardı. Selçuklu, Osmanlı… vardı. Çanakkale vardı, kurtuluş savaşı vardı… Kimler yoktu ki. Ama şimdi teknoloji belki daha ileri ama ona ve onun oyunlarına esir, zamanı fazlasıyla boşa harcayan, hırslı; fakat izlediklerinden de korkan ve ramazanı badı hava geçiren bir çocukluk, bir nesil var. Ve bu çocukluğa maalesef anne ve babalar etkili bir müdahalede de bulunamıyorlar.

Ya o arefe günleri.  Orucun bittiği, bayramın habercisi o arefe günleri. Arefe mi arife diye çekinerek söylüyorduk ama o günler bugünkü arefe gününden daha sıcaktı sanki.

Onlarca işin içerisinde arefe günü anamızın kazanda ısıttığı sıcak su kaynar idi ama vücudu yaksa da gönlümüzü hoş tutuyordu. Arefe günü ben yıkandım ya sen, ben şu zamanda yıkanacağım diye konuşurduk arkadaşlarımızla... Evde küçük çekişmelere sebep olurdu arefe günü kimin önce yıkanacağı. Bazen iş büyükten saygı ve güç ile başlasa da çoğu zaman şefkatin hakim gelmesiyle ilk küçükten başlanırdı arefe suyu ile yıkanmaya.

Ve sıra arefe suyu ile yıkanmaya gelince bismillah ile banyoya girdikten sonra temizlenilerek baştan aşağı temiz su dökülerek Allah’ım senin ilk yarattığın gibi tertemiz yap, su gibi aziz ve berrak eyle, sana hakiki kul eyle, evladımı muhafaza eyle, tertemiz olsun, nasıl su ile yıkanıp temiz oldu ise hep öyle olsun, su hayattır suya muhtaç eyleme, sen de söz ver evladım anlamında o arefe suyunun sıcağında kaynar sudan hop oturup kalksak da yıkandıktan sonra temiz olduğumuza inanır ve bir huzur kaplardı ki içimizi.

Arefe suyu ile yıkanmanın huzuru, temizliği bir başkaydı. O su mu çok temizdi, suyu tutan mı çok samimiydi, su ile yıkanan kendini bu işe çok mu hazırlamıştı bilinmez ama şimdiki arefenin suyunu etkisini eskisi kadar pek bilmiyoruz gibi.

Arefe sadece su ile yıkanmaktan ibaret olamazdı. Kabir ziyaretleri yapılmalı, dua edilmeli, o gün dua alınmalı, insanlara yardımcı olunmalı, kuran okunarak hatim duaları yapılmalıydı. Cenaze sahipleri, varsa hastalar unutulmamalı, sadak-i fıtır, zekât bir an önce verilmeliydi. Bir bayram gibiydi arefeler.

Bir de bayramlıklarımız vardı. Fazla şımartılmaz, canımızın arzu ettiğini söylesek de ailenin gücü neye yeterse, büyüklerden ne kalırsa güzel bir bayramlıkla beklenirdi bayram sabahı.

Ve akşam biten teravihin hüznünü mutluluğa çeviren bayram namazı. 

Anamız güzel uykumuza rağmen bizi çok sevmiş olacak ki her iki dünya saadetimizi düşünmüş olacak ki sabah namazına kaldırarak bayram namazına gönderirdi. Şimdiki analar ve babalar kalkmış olduğu sabah namazında evlatlarının güzel uykularına dayanamayarak üstelik üstlerini de örterek çocuklarını uyandırmamak için çok da sessiz davranarak birkaç saatlik uykuyu tercih ederek ebedi saadetlerini sanki tehlikeye atıyorlar. O zaman analarımız çok düşünceli veya merhametsiz miydi, yoksa şimdi mi bir sıkıntı var?

Ve bayram sabahı camiye zevkli adımlarla varışımız. Camide huşu içerisinde kılınan namaz sonrası yüreğimizi aynı zamanda bir hoş ederek adeta galeyana getiren tekbirler eşliğinde ifa edilen bayram namazı.

Cami önündeki bayramlaşmalar ve sonrasında o lezzeti ve huzuru tartışma götürmeyen bayram sabahı yemekleri. Ya da ananızın yemeğini tercih ederek kendi evinizdeki bayram yemeğiniz. Evet, yemeklerde farklı ellerde yapılmadığından yapmacık olmadığından mı ne sadece ağzınız, damağınız bu lezzeti tatmıyor, ruhunuz ve kalbiniz de bu lezzetten hoşnut oluyordu.

Evin en büyüğü babanızdan başlayarak, annenizin,  büyüklerin ellerini öpmenin tadı da bir başkaydı. Feministler, söz de hak arayıcıları ve demokratlar(!)duymasın ama anne babanın elini öper sonra yaşların yakınlığına bakılmaksızın herkes büyüğünün elini öperek saygı gösterirdi. Aslında bu bir örnek eğitimdir. Şimdi ise el öpülmeyip çene ile iş geçiştiriliyor. O zamanlar para bayramda verilen bir ödül değildi. Parayı kimin vereceği ve ne vereceği belliydi aşağı yukarı. Ee para vermek için birkaç defa el öpen çocuk sahnelerini de unutmamak lazım. Az para olunca başlıyordu ev içerisinde büyüklerin elini öperek para alma muhabbetleri. Başlıyordu elimi öp sana para vereyim latifeleri. Ama şimdi sanki el öperken bile ne kadar para verileceği hesaplandığından mı ne doyumsuz ve samimiyetsiz bir bayramlaşma var sanki.

Elimize alır bir poşet kapı kapı dolaşır şeker toplardık ve şekerimdeki kaliteli çikolata ve topladığımızın şekerimizin çokluğu bizi çok mutlu ederdi. Bize birden fazla şeker veren, başka hediyeler, tatlı ve yemek vereni de ayrı bir şekilde değerlendirir ve onlardan hoşnut olurduk.

Ve şöyle bir geçmişe baktığımızda bizi oruç tutmaya alıştıranların bize baskı uygulamadıklarını, bizi zorlamadıklarını, bilakis hayata hazırladıklarını, oruç tutturdukları için ve tuttuğumuz için de bizim yobaz, gerici olmadığımızı gördük. Ya o sevginin, muhabbetin, kanaatkârlığın, hasbiliğin, kalbiliğin, kanaatkârlığın tarifi işte onu da ancak yaşayanlar bilir. Galiba bugünümüzün birçok hastalığının çaresi bu. Bizi okul sıralarına oturtmadan bu eğitimi verenlerden Allah ebeden razı olsun.

Ha o zaman gavurluğun da bir sınırı, haddi, hududu vardı. Büyüklerin elinde cızırtılı bir radyo vardı ajans dinliyoruz derlerdi.  Bir dönem Kıbrıs Savaşı vardı ama su üstünde yılan-gavur bile karışmaz, hastaneler bombalanmaz deniliyordu.

Şimdi ise gavurluğun sınırı, yeri, şekli de değişmiş. İçte de gavur var, dışta da. Hatta gavur demek bile yetersiz kalıyor yapılanlara. Müslümanlara saldırılıyor, taciz ediliyor, tecavüz ediliyor, işkence ediliyor, öldürülüyor, vatanlarından kovuluyorlar. Yaşlılara, kadınlara, çocuklar başta olmak üzere insanlar gaddar ve hunhar bir şekilde sindiriliyor, yok ediliyor, katlediliyor, terör uygulanıyor. Bunu gavur deme ile bile izah edilemeyen insanlar yapıyor, başka gavurlar ve bizdeki bazı gavurlar da kendi koruma bahanesi, demokrasi ve insan hakları müdahalesi (!) anlayışı ile izliyor.

İşte kan ve gözyaşı içerisinde dünyanın ve özellikle Müslümanların içerisinde sürüklendiği bir ramazan, bir arefe, bir bayram… 

Bu ramazan birçok hayra, bu arefe bir sona bayram da birçok güzelliğin habercisi olur inşallah…

Tüm Yazılar için Tıklayınız