Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 1

  • Kişisel           : 386063

  • Toplam         : 3437700

Köşe Yazarı › Yücel CAN › SINIR TANIMAYAN SAVAŞLARIN ADALETİ YOK
7588 kez okundu
09/03/2013

Yücel CAN / SINIR TANIMAYAN SAVAŞLARIN ADALETİ YOK


Vahşetin, feryadın, gözyaşının, kanın, ölümün en sık kol gezdiği hüzün karelerinin yürekleri acıtan, kalpleri burkan, akıllara durgunluk veren hadiselerin en sık yaşandığı kan kokan, kırmızıya bürünmüş topraklar…


Tacizin, tecavüzün, gaspın, istismarın adeta rutin ve normal karşılandığı mahzun ve garip diyarlar…


Çocukların babasız, hanımların kocasız, yaşlıların aciz, parçalanmış ailelerin hayatlarının doğal! karşılanmadığı memleketler…


Bombaların, silahların, tankların insan bedeni üzerindeki mevzilenmiş alçak ellerin özyurtlarındaki garip insanların hayatlarının karardığı vatanlar…


Kendi hayvanlarının hayatları kadar bile önemli olmayan insanların çileli hayatlarının varlık mücadelesinin hakim olduğu mekânlar…


Demokrasi ve insan hakları vaatleri arasında gizlenen güya insanlık adına! çifte standardın zulmünde inleyen bölgeler…


Ortadoğu, Asya, Afrika ve daha çok İslam coğrafyası…


Bir noktada İslam coğrafyasının hüzünle iç içe girmiş siyah ve kırmızı rengin ağır bastığı aslında bir noktada üç dinin doğduğu, yaşadığı birçok alanda özellikle yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sömürgesinde yokluk ve yoksulluk çeken zenginlik fakirleri…


Sahi ikinci dünya savaşından beri batıda kan ve gözyaşının hakim olduğu, savaşın insanın kimyasını bozduğu kaç devlet sayılabilir ki?


İkinci dünya savaşı sonrası, Kore ve Vietnam gibi birkaç savaş…


Ya İslam Coğrafyası!


Ortadoğu, Asya, Afrika ve diğer yerler. Kimler ağlatılmadı, hangi ülkeler sömürgeciliğin kurbanı olmadı, istilaya uğramadı ki, kimler zorla göçe zorlanarak vatanından edilemedi ki, kimi söylesek, nereden başlasak?


Azerbaycan gibi diğer Türk Cumhuriyetlerimiz, Doğu Türkistan, Pakistan, Hindistan, Afganistan, Filistin, Cezayir, İran, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Lübnan, Fas, Sudan, Endonezya, Nijerya, Balkan Ülkeleri,…. say say bitmez.


Batı ve Amerika Türkiye, Mısır, Arabistan, Kuveyt, Ürdün gibi ülkelerdeki etkili ve güçlü insanları idare etmek, bir noktada kontrol altında tutabilmek için o ülkenin içerisinde idari ve siyasi anlamda yöneticiler yetiştirdi ve söz sahibi etti. Zaman zaman iç karışıklıklarla, değişik kol ve siyasi yapılandırmalardaki bölünmeleri el altından veya açıktan destekleyerek, darbelerle de ülkeleri adeta iç savaşın, bölünmenin eşiğine getirdi. Geçmişte haksız darbelerle bunu defalarca yaşayan Türkiye ve Arap Baharı ile de Arap Ülkeleri ve Mısır örneğinde olduğu gibi. Şükürler olsun ki Türkiye oyunu fark etti, Mısır ise darbenin ve iç çatışmanın sıkıntısını çekerek eskiden olduğu gibi Musa’sını bekliyor.


Hafızalarımızı yokladığımızda Amerika’nın desteklediği ve sonra da yok ettiği Saddam ve Kaddafi örneklerini görebiliriz.


Baba ve Oğul Bush’lu ABD ve İngiltere başta olmak üzere Koalisyon Güçleri önceleri destekledikleri, katliamlarına göz yumdukları Saddam’ın, Irak’ta demokrasi ve insan haklarının ihlal edilmesi gerekçe gösterilerek Irak istila edilerek Saddam idam edildi. İnsan hakları ve demokrasi bahanesinde petrol yatakları ABD, İngiltere başta olmak üzere Koalisyon Güçlerinin eline geçmişti. Fitne, kargaşa hakim olmuş Irak, ırkçılığın, mezhep ayrımının kurbanı olmaya başlamıştı. Bush’un Irak Strateji ile kargaşalar çıkarılarak sınırlı bir sayıda Baasçılar, Şiiler, Aleviler, Sünniler, diğer dinlere mensup olanlar Kürtler- Kürt Peşmergeler, Araplar, sindirilerek yok edilmeye çalışılan Türkmenler, derken PKK el altında desteklenerek Irak adeta parsellere bölünmüştü.


Garipliklerin söz konusu olduğu Ebu Gureyb gibi Irakta hapishanelerde insanlar demokrasi! adına soyundurularak her türlü gayri insani ve ahlaki uygulamalar yapılıyordu. Nitekim Ebu Gureyb gibi hadiseler Amerikan basınında yer alarak yapılanlar "sadistçe, kaba ve gayri ahlaki" diye tanımlanan çok sayıda işkence örneği anlatılırken, "Iraklı esirlere sopalar ve farklı aletlerle tecavüz edildiği, çırılçıplak soyuldukları, kadın çamaşırları giymeye zorlandıkları, günlerce su ve tuvalet bulunmayan hücrelerde tutuldukları ve sürekli olarak dövüldükleri" dile getirilmiştir. Olayların ortaya çıkmasından sonra ABD'li çavuş Charles Graner askeri mahkemede yargılayarak suçlu bulmuşlardır. Ebu Garib'ten sorumlu General J. Kaprinski, Ebu Garib Cezaevi'nin askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmi politika olduğunu ve sorgulamalara CIA Ajanlarının da katıldığını belirtmiştir. Askerler tarafından çekilen ve daha sonra montajlanarak DVD haline getirilen görüntüler, 'Palm Beach Post' gazetesinin internet sitesinde yayınlanmıştır.


Sonuçta savaş sonrası 1.500.000 Iraklı öldürülmüş, nüfusun 4. 7 milyonu yani % 20’si göçe etmiştir. Petrol dumanı içindeki  zehirli gazı bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur. Bu da sağlıksız beslenmelere sebep olmaktadır. Bugün Bağdat’ta yaşayanların büyük bir çoğunluğu Dicle’nin kirli sularını içiyor. Kanalizasyon atıkları; arıtma tesisleri tahrip olduğu için kontrolsüz şekilde Dicle’ye akıyor. Dicle nehrine akan kanalizasyon atıklarının içinde Amerikan Ordusunun atıkları da var. Bu atıklar son derece tehlikeli ağır metalleri de kapsıyor. Dicle sularının içme suyu olarak kullanıldığı bölgelerde sinir sistemi hastalıkları, doğum anomalileri ve kanserlerin görülme sıklığı arttığı Irak’lı uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ee su bu hayatın olmazsa olmazı!


Hatırlasanıza insan hakları ve demokrasi için(!) Irak’ın kan gölüne çevrildiği ve hala aydınlığa çıkamadığı günleri. Aslında Iraklı masum yavrunun Amerika ve İngiliz askerlerine karşı küçük ihtiyacını görmesi tabloyu çok güzel bir şekilde özetlemektedir.


Ve Irak’ta hala kan, gözyaşı ve ölüm hala kol gezmeye devam ediyor.


Tüh unuttuk ya şu dünya barışına ciddi katkıda bulunan! Birleşmiş Milletleri (BM)ve NATO’yu.


BM, Uluslararası İlişkilerde, kuvvet kullanılmasını ilk olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşmadır. Gelgelelim kim uyuyor şimdi buna.  1945 yılında kurulan BM, dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin de üyesi olduğu BM yapısal olarak idari bölümlere ayrılmıştır; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı. Genel Sekreterlik en etkili bir birimdir.


1949 yılında kurulan ve 1952 yılında Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte kabul edildiği NATO aslında bir güç ortaklığıdır.


BM’nin NATO’ya etki edememesi ABD ve İngiltere’nin dünya barışını tehlikeye koyarak dünyayı savaşa sürükleyen tavırları ile BM ve NATO kuruluş amacından giderek uzaklaştığından haklı eleştirilerin hedefi oluyor. NATO güç kadar söz sahibi olunan yer. BM önyargılı, taraflı ve adaletsiz!


BM özellikle Müslümanlara yanlı davranıyor. Bir noktada hırıstiyanlar, Yahudiler ve Budistler BM’nin göz yumduğu inançlar. Budistler canlı canlı öldürülüyor, etleri yeniliyor, BM bakıyor. Nerede BM, uluslar arası örgütler, insan hakları, demokrasi, sağlık örgütleri?


ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılılar, anahtar stratejik ortak olmak, dünyada söz sahibi olmak için dünyayı, özellikle İslam coğrafyasında huzursuzluk çıkarıyor. D-8 Ülkelerini hatırlayın. Bu örgüte mensup ülkelerde darbeler oldu, iktidarlar değişti, fail, meçhuller oldu.


Şimdi de İslam Ülkelerine bakıldığında adeta herkes kendi derdiyle hemhal hale getirilerek cambaza bak cambazının mağduriyetini yaşıyor. Suudi Arabistan gibi ülkeler yandaş hale getirilmiş, Mısır can çekişiyor, Türkiye’de iç karışıklık çıkarılmaya çalışılıyor. Suriye kan gölüne çevrilmiş, savaş çocuk, kadın yaşlı dinlemiyor. Taktik belli; kargaşa çıkar, el altından destekle, yeni silahlarını Müslümanlar üzerinde dene, silahlar ve zulüm susmasın, insan haklarını bahane ederek savaş çıkar, ülkeyi kan gölüne getir, sonra tekrar böl, Irak’ta olduğu gibi insan hakları ve demokrasi adına yapılan müdahalede Irak özgürleştirildi. Ortada bir Irak tecrübesi var. Sırada Suriye’nin özgürleştirilmesinde. Aslında ABD ve İngiltere gibi bir tablo görülse de asıl sıkıntı, gizli perde aktörü İsrail; yani Yahudi zihniyeti. Ya Rab şu İslam Alemi yaklaşık iki asırdır zaferle tanışmıyor. Bizi zafere eriştir.


Tarih 1975’i gösterdiğinde Erdem Beyazıt “…Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini, sabırla söküyorum bu tarih gecesini…”, “ Merhum Akif de “Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı” diyerek bize tercüman olmuştu sanki.


 


Tüm Yazılar için Tıklayınız