Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 1

  • Kişisel           : 386095

  • Toplam         : 3439644

Köşe Yazarı › Yücel CAN › ALABALIKTAN ÂLÂ (KE)BALIĞ(N)A
7129 kez okundu
01/11/2014

Yücel CAN / ALABALIKTAN ÂLÂ (KE)BALIĞ(N)A



Nereye gidilirse gidilsin, nerede yaşanırsa yaşanılsın, ne zaman olursa olsun, ne kadar uzak kalınırsa kalınsın, hangi dönem olursa olsun eğer geçmişinize sırtınızı dönmemiş, geçmişinizi inkâr etmiyorsanız, ya da talihsiz günlerin silinmez acıları sizi üzmüyorsa uzak kalamazsınız, yok sayamazsınız, özlemedim diyemezsiniz o güzelim çocukluk yıllarını…

Çocukluğun özlem duyulan yılları olur da çocukluğun geçtiği yer olmaz mı?

Bugünün mayasıdır, hamurudur, çamurudur çocukluk yılları…
 

Yaşanılan yer her neresi olursa olsun, ister kalabalık isterse sakin olsun fark etmeyen bir şey var insanların kulağında, hafızasında, gönlünde yıllara inat silinmeyen kan bağından öte baba, ana, kardeş edasındaki yaklaşımın samimiyetindeki unutulmayan sıcak bir dokunuş, nezaket ve hiç unutulmayan hoş bir sada…

Babanız yaşındakilere abi, anneniz yaşındakilere abla demenin saflığı ve hazzı ancak yaşamakla mümkün. O zamanın insani yaklaşımları ve güveni bugün de yaşanıyor mu acaba?
 

Annemin emsalleri, kapı komşularımız, mahallenin, ilçenin sıcak kucağı Feride, Sıdıka, Arife, Şahide, Nebahat, Elif… Ablaları, Osman, Mürteza, Bekir, Hanifi, Baki, Battal, İrfan Abiler bizim hayat çınarlarımızdı. Bakkal İrfan, Osman, Kazım Abiler bizim güven duyduğumuz bugünün marketlerinden daha zengindi. Çünkü her şeyi toplayıp gitmiyorduk dükkândan. Burada insanlık vardı, selamlaşmak vardı, hal hatır sormak vardı, hayatı öğrenmek vardı. Fırıncı Eşref ve Kazım Abiden de, yanında çalıştığım Berber Nazımda da, tatlısını sattığım Tatlıcı Şerif de, dışarıdan Keban’a gelip de Keban’ın sıcağını alan dondurmacının dondurması da aynı türdendi. Her şeyden önemlisi şimdiki gibi şüphe, korku yerine daha çok güven vardı burada. İlçede tek olan eczanede de mağdur edilmiyorduk, ilaç şifa olarak etkisini kısa sürede gösteriyordu sanki. Diğer iş yerleri de farklı değildi.
 

Yaşadığınız ilçe hapishanesi olan bilinen evin ve kerpiç binanın toplanılan tek odasını ısıtan insanların, komşuların sıcaklığını bugünün devasa kulelerindeki binalar, recidencelerin lüks yapıları bile aynı sıcaklığı vermiyor.
 

Kese kâğıtları, eskimiş kâğıtlar, muşamba türü şeylerden yapılan toplardaki oyun, toz toprakta oynamalar, daracık ara ve sokaklardaki oyunların hazzı bir başkaydı, kumandalı, elektronik arabalarımız, oyuncaklarımız yoktu ama komuta bizdeydi, oyunun hakimi bizdik. Sadi, Fazlı, Fethi, Ramazan… Abiler bizim büyük sahamızın futbolcu kahramanları kahramanlarımızdı. Ekmeğe sürülen yağın, salçanın tatlarını şimdiki fastfoodlar, hamburgerler vermiyor. Yağlı ve salçalı ekmekte ananın sıcaklığı vardı. Yemeklerimiz azdı, çeşitli değildi ama tadı, hazzı, şükrü, kanaatkârlığı, doyumu vardı.
 

Ezanın, müezzinin sesi sadece kulağa hoş gelmiyor, gönül Ömer Hoca ve Müezzin Zeki Hoca’nın sesini hala arıyor. Tarihi Yusuf Ziya Paşa Camisinde namaz kılmak inanç merkezi bir mekânda ibadet yapmak gibiydi.
 

Etibank’ın otobüsü ayrı bir canlılık katıyordu ilçemize. Ya Keban Barajının bitmesi ve Etibank’ın, ilçeden el çekmesi ile göçlerin başlaması ile baş gösteren nüfus ve nüfuz göçü!
 

Keban Garajının sürücüleri değil esnaflığı, insani davranmayı öğreten şoförlerini Babam, Amcam, Abdullah, Zülfü, Reşat, İrfan, Ramazan, Süleyman, Rıza, Murat, Hüseyin, Ömer, Kadir… Abiler. Çocukluğumda köyümüze, köylere, Ağın’a, Arapkir’e, Kemaliye’ye, Pertek’e, Baskil’e, Sivrice’ye, Hankendi’ye, Malatya’ya gitmenin tarifi ve arkadaşlara doya doya anlatımının tadı yok mu?
 

Karşı taraf diye tabir edilen DSİ, TEK lojmanlarının bulunduğu yere Kazım ve Eşref Abinin açık motoruna binerek kış yaz demeden küçükten ticarete atılma yolundaki süt ve mamullerinin satış serüveni, belli dönemlerde yukarı çarşının sırayı bozmadan kapalı tünelden geçirilerek hayvanlıklarına rağmen akşam evlerine dönmelerini unutmak mümkün mü?
 

Hatırı kalır diye çocukluğumun gülleri olan arkadaşlarımın isimlerini zikretmekten çekiniyorum. Mahallenin tozunu toprağını yuttuğumuz kardeş mabeynindeki arkadaşlarım, Elif Alanın bizimle kaçışmasını, Keban’da bile suya hasret tankerdeki kuyrukları, ya Atatürk İlköğretim Okulunu…

Babamın adeta gelenek haline bir hafta okula geç gelmenin semeresi teneffüslerdeki arkadaşım direği, Ahmet Odabaşı Müdürümüzün sert bakışındaki çizgi gibi andı, resmi günlerde okunan şiirleri ve Abimin dolabında işine yaramaz çuval gibi elbiseleri giyerek okula mahzun bir şekilde gelişimi, hele kemer bulamadığımızdan Babam ve Abimin, 23 Nisanda giyeceğim pantolonun kemerine çivi takarak okula gittiğim günleri ki fotoğrafla belgeli, bana sorulmadan getirilen ayakkabılar ile çekinerek giyindiğim o zamanları Saadet Öğretmenin tembel tembel oy şarkısını, Şemsettin Öğretmenin sevecenliğini, üçüncü sınıfta küçücük odaya sıkıştırılmış sınıfı, birbirini kucaklayarak bağrına basan arkadaşları… geride bırakılan o güzelim günlerin hazzı da ne tükenmezmiş…
 

Keban Barajında tribünler açıldığındaki coşan suya Nallı Ziyaretten izlemek ve su kesilince de balıkları toplamak eve getirmek, komşulara vermek, ateşte kendi imkânımızla balık pişirmek buradaki başka bir hayat basamağıydı. Ya Çırçırda tepelerde coşarak akıp dereye gelen sular ve buradan kendimizi akarsuya kaptırıp ölüme göz kırpmalar!
 

M.Ö, tarihin belki de ilk gününden itibaren yeraltı kaynakları ve insanı ve insanlığı ile zengindi Keban.

Cenevizliler, Hititler, İşuvalılar, Asurlar, Sümerler, Bizanslılar, Çubukoğulları, Artuklular, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Safeviler, Selçuklular, Osmanlılardan günümüze, tarihler yumağı, kültürler mozaiğidir Keban. IV. Murat'ın Bağdat seferi dönemlerinde şimdiki Çırçır Deresi üzerinde ve Seftili Dağına geçiş için de bir ufak asma köprü yaptırdığı, Nallı Ziyaret, Gelin Yolu, Taş Olan Kadın Efsaneleri; Norşuntepe, Değirmentepe ve Haraba ’da yaşayan kültürler bizlere ta Hz. Ali’den başlayan silinmez bir tarihin izlerinden takdimlerde bulunuyor sanki. Tarih denince Yusuf Ziya Paşa Külliyesi ve Denizli Kervansaray unutulur mu, sadece bu kadar mı?
 

Bezirgân Deresi, Nallı Ziyaret Tepesi, Bendin Taşı ve Seftil Tepesi arasında sıkışmış bir vadi, Keban nelere şahit olmadı ki?

İşte sadece ilkokul dönemine ait bir bölüm. Çocukluğun diğer bölümü ve ortaokul dönemini de başka zaman kaleme alırız inşallah. Bu arada çocukluğumun mahalle, okul, ilçe arkadaşlarımı, abilerimi, ablalarımı, büyüklerimin hepsini minnet, saygı, muhabbet ve rahmetle anıyorum.

Hem ihtiyaçlarınız gideriliyordu, hem hayata hazırlanıyor ve hayatı, insanlığı öğreniyordunuz bu şirin beldede. Dahası kardeşlik, sevgi, samimiyet, sadakat, kanaatkârlık, güven vefa revirde can çekişmiyordu, huzur vardı burada.
 

Biz zengindik, gönlümüz çok zengindi o zamanlar. Şimdiki ile benzerlik var mıydı dersiniz? Evet vardı. O zaman da Fırat’ımız, barajımız, suyumuz, balığımız, yeraltı kaynaklarımız, tarihimiz… vardı. O zaman da zengindik ama zenginliğimizin farkında değildik, nimetlerinden faydalanamıyorduk, zenginlik fakiriydik. Ha barajdan kaynaklanan milli gelirden dolayı şişirilmiş bir zenginliğimiz vardı ama bize faydası yoktu, üstelik zararı vardı.

Ne oldu, ne değişti, ne olmalı dersiniz?


Keban ve Kebanlı aynı zamanda fedakâr ve vatanperverdi de. Keban Barajı yapılırken yüz ellinin üzerinde köy ve mezra su altında kalarak nüfus ve nüfuz göçü başlamıştı. Hele baraj yapılmasındaki maşeri kalabalık!


Yabancılar, Elazığlı olmayanların dışındakiler baraj bittikçe çekilen su misali bir bir göç etmeye başladılar Keban’dan. Bir sabah uyandık ki Etibank’ın otobüsü de yoktu, o da gitmişti Keban’dan. Niye mi Keban’da yeraltı kaynakları çok azmış, masrafı karşılamıyormuş diye. Kim Keban’ın genel olarak zenginliklerini inkâr edebilir, ya duyumlardaki şurada yeraltı kaynağı var, şurada bu bulundu söylentileri, köyüme her bahar gelindiğindeki kazılar, kışın bile köylere gidilen izler ve Hz. İsa’ya ait kitap ve CD’ler. Nüfus ve nüfus göçü hız kazanarak Keban’dan Elazığ’a, Malatya’ya, İstanbul’a, Bursa’ya, Adana’ya, Kütahya gibi illere kaydı. Keban yeraltı ve barajdan, sudan mütevellit bahanelerle Türkiye’nin en zengini görünüyor. Sorumluluk var, yetki yok misali Kebanlı da zenginlik fakiri. Su ve elektrikten Keban’ın ne kadar faydalanabildiği de tartışılabilir.


Keban’ın yeraltı zenginlikleri ile ilgili açılacak meclis araştırması sadece Keban’ın değil, Elazığ’ın, Türkiye’nin de kaderini değiştirebilecek bir adımdır.  


Gelelim suya ve balığa. Karakaya, Atatürk ve Suriye Keban’ın suyunun yansımasıdır. Ama burada da Keban zenginlik fakiri, suya yabancı. Su sadece temel ihtiyaçlar için kullanılmaz. Bu anlamda Çırçır bir semboldür, ilktir, örnektir. Bu tesis Keban’ın çehresini değiştirmiştir ve örnek olması ile rekabete vesile olmuştur. Elektriğini kendisi üreten Çırçır Alabalık Tesisleri değişik türdeki balığın lezzeti, manzaranın, su sesinin şırıltısının sadece midede değil, beyinde ve gönüldeki sıcak yuvası olmuştur. Derken adeta doğumundan ölümüne balığın üretilmesi, mutfaktan masaya getirilmesi, Keban dışına canlı, cansız, hatta pişirme hali ile ihracatla balık kendinden söz ettirmeye başlamıştır. Bu organizasyon aynı zamanda şirketleşme ile gençlerin önünün açılması adına da örnek olmuştur. Onlarca Elazığlı burada işi girmiş ve işsizliğin azalmasına sebep olmuş, artık Keban dışından da gelen çalışanların işsizliği burada son bulmuştur. Aslında Çıırçır birçok yönüyle üzerinde değerlendirilmesi, araştırma yapılması gereken bir örnektir, modeldir, ticaretin kalbi, tesislerin de beynidir.


SRAP kapsamında balıkçılık adına adımlarla birlikte Keban’daki diğer balık tesisleri de Keban’ın çehresini de değiştirmeye başlamıştır. Elazığ’da deniz mi var ki liman başkanlığı olsun tezinin karşısında kurulan Fırat Liman Başkanlığı bir ümit olmuşsa da bu konuda arzu edilen adımlar atılamamıştır. Bu konu da başlı başına alınması gereken bir konudur.


Geride kalan tarih ki istenilen adım atıldığı söylenemez. Bu konuda da anlatılan sadece maalesef hikâye. Tarih Keban’da da bu kadar ölü olmamalı.


Keban tabelası itibarı ile iki binden şaşmaz, sekiz bini aşmaz ezberine mahkûm edilmeyi hak etmemektedir. Bu kadar tarihi geniş olan bir geçmişi birkaç satıra sığdırmak haksızlıktır. Anlamındaki üstten aşma, aşırtma anlamında zenginliğinde ıskalamanın köşesinde kalmamalı, dağ yolu anlamının ötesindedir Keban. Kebanlı da mevsimler, bayramlar misali yılda belli dönemlerde Keban’a kendini göstermemelidir.


Vefa(t) yazısındaki inceliğe ve herkese hitap eden teşekkürün bir sırrı da Keban’daki çocukluk yıllarında gizlidir. Vefa(t)yı ve diğer hasletleri öldürmek aynı zamanda Keban’ı öldürmektir. Çünkü Keban’da bol miktarda bulunan su, şahsiyet, ekonomi olmazsa hayat ya çok zor olur ya da hayat sona erer.  

Tüm Yazılar için Tıklayınız