Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 2

  • Kişisel           : 386065

  • Toplam         : 3437777

Köşe Yazarı › Yücel CAN › Depremin Hüzün Karaleri
6504 kez okundu
03/12/2011

Yücel CAN / Depremin Hüzün Karaleri


Dünya 8 Mart’a hazırlanıyordu. Birçok etkinlik 8 Mart’ı bekliyordu. O gün yılda bir kez de olsa kadınlar konuşulacaktı. Belki konuşanlar ve bugünü kutlayanlar aynı olacaktı ama.

8 Mart artık tarihe başka bir şekilde not düşüyordu. 8 Mart tarihi kadar, saatin 4:32, 6 rakamı da depremin şiddetini hatırlatacaktı.

Ve kadınlara ait sözler ve haklar konuşulacağı o gün Elazığ’dan gelen feryat sesleri kadınların, annelerin çığlıkları başka şeyler söylüyordu.

Acı, gözyaşı, hüzün, ayrılık vardı kadınların, annelerin yürekleri parçalayan haykırışlarından.

Depremin kadınları can çekişerek, evlatlarının hayatlarına kendilerini siper ediyordu. Hem anne, hem de büyükanne, yani iki anne bir evlat için kendini feda ediyordu. Anne ve ninesinin kendilerini göz göre göre Helen’i hayata bağlamamış mıydı?

Feryatlar sadece annelerin miydi?

Kadın haklarından çok insan haklarının bir imtihanıydı Elazığ’dan gelen depremin mazlumları, mağdurlarının feryatları. Eşini, Emrah’ını- Yusuf’unu, evlatlarını toprağa veren Baba Murat Akdağ’ın sabrı, sebatı, kadere teslimiyeti hepimizin örnek alması gereken takdire şayan bir hadiseydi. İki çocuğunu depreme kurban veren Hüseyin Yıldız’ın yürekleri yakan gözyaşları…

Bir başka masumdu depremimin çocukları. Her şeyden habersiz Helen, ölümle sevdiklerinden ayrılan Canan’ın şaşkınlığı, annesinin kabri üzerinde yatarak ağlayan Keko’nun insanı derinden yaralayan manzaralar. Daha ne hikâyeler yaşanmadı ki Elazığ’da. Deprem Kovancıları, Karakoçan’ı ve Palu’yu bir başka tanımıştı bu defa. Köylerimiz de birden konuşuluvermişti dilden dile.

Can pazarı yaşanıyordu saflığın, samimiyetin yaşandığı depremin acısının hissedildiği köylerimizde. Ölüm, can çekişen bedenler, yerle bir olan meskenler ve sanki kaderine razı bir şekilde boynu bükük ayağa kalkmaktan aciz hayvanlar!

Hava bir başkaydı buralarda, güneş bile ısıtmıyordu insanın içini. Karanlık da bir başkaydı buralarda, yalnızlığın, ölümün, çaresizliğin sanki kendisiydi karanlık.

Ve 42 kişi ebediyete yolculuk ederek mekân değiştirmişlerdi. Elbette ki acımız büyük ama sevindirici olan bir can pazarının yaşandığı Erzincan, Gölcük-Adapazarı, Bolu-Düzce Depremleri kadar ciddi bir kaybımızın olmaması. Yine de ateş düştüğü yeri yakar.

Bir gerçeği kabul etmek gerekir ki ülkemiz ve memlektimiz deprem kuşağında yer almaktadır. Yani bir noktada depremle yaşanılacak felaketle değişik zayiatların her an söz konusu olacağı bir çizgi üzerinde ölümle dans ediyoruz sanki.

Elbette ki kader ama kaderi miskin, çaresiz bir şekilde elimizi kolumuzu bağlayarak çaresizliklere boyun eğmek ne kadar doğrudur ki?

O zaman hastalıklar da bir kader olsun ve dertlere derman aranmasın!

Lokman Hekimlerin hayatın devamındaki bu gayret niye ki?

Nedense bir rahatsızlığın yaşanmasından sonra tedaviyi daha çok tercih ediyoruz. Hem de ekonomik ve arzu edilen sonucun her zaman alınma ihtimalsinin yok olmasına rağmen
nedense daha az masrafsız ve kolay olan koruyucu ve önleyici metodu tercih etmiyoruz ki!

Deprem sonrası güzel bir çalışma çıkaran Elazığ Valiliği bünyesindeki tüm resmi ve gönüllü kuruluşlarımız kadar, Hükümetimizin ve muhalefetin duyarlı yaklaşımlarını, duyarlı davranan sivil toplum kuruluşlarımızı, spor camiasını, ülkemizde bu sese kulak veren duyarlı olan kesimleri ve ülkemiz dışındaki hemşerilerimiz ile beraber diğer ülkelerin insani yaklaşımlarına teşekkür ediyoruz.

Depremin övünülecek bir tarafı yok ama Elazığ'da olan deprem daha az zayiatla ve dayanışma ile atlatılmıştır. Yaşanılan depremlerin acılarını ülke olarak unutmadık. Günler geçmesine rağmen Elazığ depremine olan duyarlılık devam etmektedir. Hele hele bir Elazığlı olarak günlerce sayısız telefonların gölgesinde kalmak da bir Elazığlı olarak acımızı hafifletti doğrusu.

Duyarlı davranmak kadar bu duyarlılığın kalıcı ve devamlı olması, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilerek yeniden yapılanması ve özellikle psikolojik olarak desteklenmeleri bir o kadar önemlidir. Beşiktaş camiasının okul yapması gibi…

Ülke olarak ayar tutturamadığımız bir konu da ya yeterli bir tutum sergilenememesi, ya da aşırı ya giden bir uygulamanın gösterilmesidir. Tıpkı Keko’ya olan insani duygularımızda, diğer çocuklarımızı unutmanın ötesinde hayatın normale dönmesiyle müruru zamanla Keko’yu unutarak yalnızlaştırma ilke Keko’yu tek başına bırakmasıdır.

Keko’yu öyle sevdi ki bu toplum depremde iki farklı ismin kullanılmasıyla ölü sayısının iki farklı isimle tekrarla sayılan Hüseyin isminin O'na ait olduğunu bile aklına getirmedi. Umarım Keko Hüseyin tekrar rahmetli annesinin kabrine geri dönerek yalnızlığın acısını telafi etmeye çalışmaz.

Deprem acı bir felakettir. Bu felaketi binalarla, maddi ve manevi desteklerle atlatmak bir nebze de olsa mümkün olacaktır, acıyı hafifletecektir. Ama asıl önemli olan bir daha bu acı tabloları yaşamak için en şiddetli sarsıntılarda bile depreme karşı önceden hazırlı olmaktır.

Tüm Yazılar için Tıklayınız