Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 1

  • Kişisel           : 386069

  • Toplam         : 3437935

Köşe Yazarı › Yücel CAN › Bize ne oldu?
6185 kez okundu
11/02/2008

Yücel CAN / Bize ne oldu?



Hani bir zamanlar çoğumuz komşumuzun açken tokluğunu içimize sindiremiyorduk, olumsuzluklarda kendimizi de sorumlu tutuyorduk, büyüklerimize karşı saygı adına toparlanarak sesimizi yükseltmiyorduk, şefkatimizi başka çocuklarla da paylaşıyorduk ya!
Hani biz öyle bir millettik ki en zor zamanlarda bile ayrılığa düşmeyerek bütün ihtiraslarımıza gem vuruyorduk, elimizdekilerle kanaat edip kardeşlerimizi bağrımıza basıyorduk, vatan ve milletin bekası için canımızı feda ediyorduk ya!

Hani Türklük bir semboldü. Türk olmanın bir gururu vardı. Lazımız, Çerkezimiz, Arabımız, Acemimiz… vardı. Farklı dillerde konuşsak da özde bir idik. Mutlulukları paylaşır, kederde hep beraber olurduk; et ve tırnak misali. Yani biz bir millet, hem de öyle bir millettik ki izzetimizi, onurumuzu her şeyin üzerinden tutup başka milletlere kahramanlığı, insanlığı, medeniyeti öğretiyorduk, özgürlüğü öğreterek adeta insan hakları dersleri veriyorduk ya!
Hani vatan, bayrak kelimesi bile duyunca yüreğimiz yerinden oynar, heyecanlanırdık ya!
Devlete ne bağlıydık. Hele tüyü yetmemişlerin hakkı denince elimizdekilerini de verirdik devlete. Kutsallarımız, silinmeyen kırmızı çizgilerimiz vardı. Hiçbir esareti sevmez doğruluk ismine öyle bir aşıktık ki ona Hak diyorduk. Hassasiyetler, hem de öyle hassasiyetlerimiz vardı ki!

Hani bedenimizi insanlığa siper edercesine kalbimiz, duygularımız cüzdanımıza ve ihtiraslarımıza hakim oluyordu ya!
Bize ne oldu?

Elbette ki iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin hep yarış hainde olmuş ve olacaklar da. Ama bu mağlubiyetler serisi neden, neden hiç değilse eşitlik çemberine yaklaşamıyoruz ki?
Oysa ilköğretime devam eden çocuklarımız doğruluk, çalışkanlık, büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi için her gün yemin ediyorlar, ama neden yeminin gereklerini yapamıyorlar? Bizler de bu yemini etmiştik, ama bu yemine ne kadar sadıktır dünün büyükleri?

Zincirleme yaralanmalar, hırsızlıklar, kargaşalar, haksızlıklar, zulümler, vahşetler, katliamlar, facialar, cinnetler, savaş sahneleri, vaveylalar, feryatlar, gözyaşları, hasretler, aldatmalar, ihanetler… Bunlar geneli ifade eden kelimeler.

Ya çöplüklerde ekmek arayan manzaralar. Belki de bu onurlu ve duygularını kaybetmeyen bir davranış. Ya ağlayan çocuğu öldürürcesine dayak atmalar, küçük çocuklara tecavüzler, beş kuruş için metrelerce insan sürükleme tabloları, daha neler neler... Allah’ım ne kötü sahneler! Sanki film izlermişçesine, bir bir fotoğraflara bakarcasına bir kısır döngü seyretmekten başka bir şey değil bunlar. Acaba gözümüzü mü kapatsak, kulağımızı mı tıkasak, yoksa aklımızı ve kalbimizi mi bu manzaralardan uzaklaştırsak? O halde diğer canlılar gibi mi olsak? Yok yok bu mümkün değil. Bu mümkün olmadığına ve asıl insanlığın anlamını bilmekle her şey çözümlenebileceğine ve insan harika bir varlık olduğuna göre…

İnsanlık şok içerisinde, büyük bir depremin sallantıları içerisinde ya kendine dersler çıkaracak ya da yok olup gidecek. Başlangıcı olan bu hayat yolculuğunda karşılaşılan riskler karşısında belki de insanın zorlanmadan kolayı tercih ederek görünüşte gününü gün etmesi, eğlencelerde, eroinin havasına ayak uydurarak hayatı geçici bir süre de olsa tozpembe ile beyni zonklatan bir sarhoşluk rotasız çırpınışı. Derken hayatın merdivenlerinde karşılaşılan gerçeklerden kendini alıkoyamama, elemler, kederler, cinnetler, intiharlar ve bilinmeyenlerle bitirilen bir hayat!

Kötülüklerden kendimizi alıkoyamamak, ya da en sevdiklerimizi insanlığın can çekişen manzaralarında fırtınaya kaptırmak veya hayat girdabında boğulmaya engel olamamak!
Ya insanlığımızın can çekişen manzaraları, yani kendimize yenildiğimiz, insanlığımızı unuttuğumuz sahneler!

Hani geçici zevkler ve istekler karşısındaki yalanlarımız, dostluklarımızı maddenin gerisine atışlarımız, insanlığa hizmet etmedeki aczimizi ortaya koyarak bitmeye yüz tutan duygularımızı harekete geçirmedeki, uyuşukluğumuz, tembelliğimiz ve neyime lazımcılığımız!

Geçici bu hayat içerisindeki güçlülerin haklı olanlara karşı haksız galibiyetleri, zayıfın güçlü karşısındaki yürüyüşte geri kalması, sadece her şeyin kendisine ait olmasındaki bencillikler, güzeli paylaşmadaki çirkinlikler, hoşgörüden uzak olan kibirlenmeler, makamların gücü ile kendini dev aynasında görmeler, hiç ölmeyecekmiş gibi hırpalanan insanlar ve onur savaşı veren insanlık. Bu psikolojik ve sosyal kirlenme, kavga, insanlığın bu çöküşü niye?

Bir düğmeye dokunup her şeye yeniden sıfırdan başlama imkânı olmadığına göre adeta insanlık adına bu alçalmayı, can çekişen insanlığı idam sehpasında kurtarmanın imkânı yok mu? Amaçsız, başıboş mu yaratılmış insanlar, her insan kötü olmadığına ve insanlık adına örnek kişilerin hayatları bir gerçekse, insanlık adına insanlar ellerindekilerini gerekiyorsa bir bir kaybettiklerine, izzetli bir hayat adına ölümü bile göz önüne aldıklarına ve bir kuru ekmekle ölmek adına hayatı gaye edinip yaşadıklarına göre, hele hele insan adına ümitsizlik diye bir kavram olduğuna göre…

Evet, insan başıboş yaratılmamıştır, görünüş itibarı ile de olsa hayat sadece elemlerle, ayrılıklarla ve ölümlerle var olan bir dünya değildir. Her insanın da bir güzelliği ve kendisine göre de hayatına anlam katan bir dünyası vardır. İnsan hem özeldir, hem de güzeldir.
İnsan bir çekirdek misaliyle hayata gözünü açan bir sadece bedenden oluşmayan bir varlıktır. Ve insan adeta keşfedilmeyen mükemmel bir saraydır, şehirdir. Bir çekirdek nasıl toprak, su, hava başta olmak üzere diğer unsurlar ile bakımı ile hayat bulursa insanoğlu da bir çekirdek gibi ciddi bir bakıma ihtiyaç duyar. İnsanoğlu da su, hava güneş ister, sadece bu da yetmez. Hem bütün insanlığa yetecek su, hava ve güneş olduğuna göre bu kavga ve endişe diye! Hayat sadece yemek ve içmek demek değildir. Hele insan kendisinde keşfedilmeyen saray misali güzelliklerinin bir farkına varabilse… Duyguları, amaçları vardır insanın.
İnsan adeta küçük bir alem olduğunun farkına varsa, kâinatın en mükemmel bir örneği olduğunu anlasa, dünyaya gelmesinin amacı ile beraber adeta bir eve misafir gittiğinin farkına vararak ev sahibi gibi davranmasa, kendisindeki sırlarla beraber sonsuz isteklere ulaşmadaki kanaatkârlığa razı olsa, kendi saadetinin anlamını fark etse; hele hele değer verme ile beraber aşkın, sevginin, duyguların anlamlarını keşfetse, kendisindeki medeniyetin hasletlerini görebilse, arzularını insan olabilme ile beraber anlayabilse, kendisinden ve başkalarından bu kadar nefret eder mi, bilerek kötülükte yarışarak hayatına bir son verebilir mi?
Ya bir de dün olanlardan haberi olsa, ibretlik hadiselerden ders alsa, milletinin ve değerlerinin özelliğinin farkında olabilse, tarihimizi altın harflerle dolduran büyüklerimizi örnek alarak yoluna devam edebilse; mesela Fatih Sultan Mehmet’in "Ya Rabbi sana hamdolsun… Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans’ı, dünyayı bile fethederim,” dediğini bilerek nasıl bir milletten olduğunun farkına vararak ayrılıklara bir sırt çevirebilse…

O halde insan, insan olmanın ne anlam geldiğini gerçek anlamda bir bilebilse, kendisine yapılmasından hoşnut olmadığı bir şeyi başkasına da yapmasa, hele hele ezberlediğimiz ve hala unutamadığımızı andımızın içeriğini de bir anlatılsa insanlık bu kadar can çekişir mi?
Bir de korkularımız, bencilliklerimiz ve kibrimizin perdesini arayabilsek,
İnsan olduğunun bilincinde olan, aklı ve kalbinin varlığı ile adeta kendisi başta olmak üzere sevgi dolu bir insan için asayiş adına emniyet güçlerine hiç ihtiyaç duyulabilinir mi, iyi görüp iyi düşünen, iyi düşünüp de güzel gören kişi hayattan aldığı lezzetle kendisini ve başkalarını karanlıklara mahkûm edebilir mi?

İyiyi, doğruyu, güzeli, estetiği ve değerlerimizi de öğrenirsek sıralanır bir bir şekilden öte insanlığımız!

Tüm Yazılar için Tıklayınız