Ahmet SANDAL / DÖRT ZARARLI Y:“YALAKALIK+ YOZLAŞMA+YOLSUZLUK+YOKSULLUK”
Dünyanın hangi Ülkesinde olursa olsun ve hangi yönetimde sergilenirse sergilensin, bir yerde ahbab-çavuş ilişkileri varsa orada yalakalık, orada ahlaksızlık sözkonusudur, orada yozlaşma sözkonusudur. Yalakalık, ahlaksızlık ve yozlaşmanın olduğu yerde, peşinden yolsuzluk meydana gelir. Yolsuzluk da toplumun genelinin yoksulluğuna, ancak, krema tabakası denilen kesimin haksız bir biçimde zenginliğine neden olur.
Yıllardan beri muhtelif yer ve zamanlarda “etik değerleri, kamu görevlileri ahlaki davranış ilke ve kurallarını, adaletli yönetimin önemini ve ehil idarecilerin gerekliliğini” anlatıyorum. Bu seminerlerimde üstüne basa basa, altını çize çize yolsuzluğun en fazla yaygın olduğu, usulsüzlüğün en çok işlendiği işleri şu dört başlıkta anlatıyorum: 1- Mal ve hizmet alımları ile yapım işleri. 2- Taşıt kullanımı ile araç-gereç ve demirbaş iş ve işlemleri. 3- Personel alımı işleri. 4-Atama ve yükselme işlemleri.
İşte bu yukarıda dört maddeyle özetlediğim hususlarda bir iş ve işlem gerçekleşmişse insanımızın çoğu, vatandaşlarımızın ekserisi güvensizlik içindedir. Yani bir kurumda mal ve hizmet alımı işi ihale mi edilmiş, bir kuruluşta bir bina yapım işi mi ihale edilmiş, hemen ardından “kesin yemiş içmişlerdir, kesin bir numara dönmüştür” diye bir düşünce akıllarda dolaşır. Halk da genel bir güvensizlik var. Bir yerde personel alımı mı var, hemen herkes torpil aramaya ve “dayı” bulmaya uğraşır. Hele bir de işin içine mülakat girdi mi, bu güvensizlik yüzde bin artar. İnsanlara, “KPSS ile personel alımı yapılıyor, puana göre alım yapılıyor” diyorsun, hâlâ güvenmiyorlar. Halbuki KPSS sistemi, işin içine mülakat girmediği müddetçe, çok da adil ve çok da güvenilir bir sistemdir. Gel gör ki, bir yerde “mülakat, sözlü imtihanı varsa”, bu güven ortadan kayboluyor. Aynı şekilde taşıt kullanımı ile araç-gereç kullanımında kamuda genel bir savurganlık olduğuna dair halkımızda genel bir güvensizlik var.
Gelelim şu atama ve yükselme iş ve işlemlerine. İşte burası bence en mühim olanı ve en kritik olanıdır. Çünkü burada ahbab-çavuş ilişkileri en fazladır. Bu Ülkede, bir insan ağzıyla kuş tutsa da, eğer torpili ve dayısı yoksa yükselemeyeceği ve bir üst makama gelemeyeceğine dair büyük bir inanç ve geçmişten gelen büyük bir kanaat vardır. Halen de bu durum geçerlidir.
Bu Ülkede kamuda bir yere yükseleceksen (tabi yükselme derken daha çok Daire başkanlığı ve üst görevleri kastediyorum) kesinlikle bir yerden torpilin ve gücün olacaktır. Bir yere müsteşar, müsteşar yardımcısı mı olacaksın, bir yere genel müdür ve genel müdür yardımcısı mı olacaksın, kimse senin bilgine, tecrübene ve dürüstlüğüne bakmaz. Hatta bu yerlere yükselmekte doğru ve dürüst bir insansan, bu büyük bir dezavantajdır. Doğru ve ahlaka önem veren bir kamu görevlisiysen yükselmen zor, belki de imkansızdır. Senin bir yere getirenler senden doğruluk ve dürüstlük istemezler. Senden şunları beklerler. 1- Sadık mısın? (Yani seni o göreve getirenlere koşulsuz itaat ediyor musun?) 2- İşlerine yarar mısın? (Yani her dediklerini yapacak karaktersizlik içinde misin?) 3- Ketum musun? (Yani seni o göreve getirenlerin sırrını saklayabiliyor musun?) 4- Hırslı mısın? (Yani üç kuruşluk Dünya menfeati için sonsuz Ahireti düşünmeyecek kadar aptal mısın?) Bunlara “evet” cevabı aldıkları adamı hemen yükseltirler.
Bu mantıkla göreve getirilenlerin hepsi için geçerli olan bir husus da şudur: “Bizim memlekettendir, bizim partimizdendir, bizim görüştendir, bizim adamımızdır.” Yani bunlar da dışarıya karşı savunulan bir argümandır ve işin kılıfıdır. Sizin memleketten olan herkesi yükseltiyor musunuz? Sizin görüşten olan herkesi bir mevkiye getiriyor musunuz? Tabi ki hayır.
Evet, şurası kesindir ki, kendi görüşlerinden, kendi memleketlerinden, kendi tanıdıklarından olup da yukarıdaki dört soruya “hayır” cevabı aldıklarını asla yükseltmezler.
Sözü uzattım. Kısaca belirtmek gerekirse, “bildik-tanıdıklarından işlerine yarayacakların” yükseltildiği bu modelin adı, “ahbab-çavuş ilişkileri”dir. Ahbab-çavuş ilişkileri ile göreve getirilenler, ne kanun, ne nizam, ne ahlaki, ne de vicdan dinlerler.
Bir Ülkede bu yöntemle yükselme varsa, o Ülkede önce yalakalık, sonra yozlaşma, sonra yolsuzluk ve en sonunda da yoksulluk olması kaçınılmazdır.
Öyleyse, bu durumda kimse öyle Etik Kurullarından. Öyle Ombudsmanlardan bir umut beklemesin. “Ahbab-çavuş ilişkilerini önlemediğiniz müddetçe, (daha doğrusu yalakalığı önlemediğiniz müddetçe) ve Kamu’da yükselmeleri ehliyet ve liyakate bağlamadığınız ve adil bir şekilde yükselmeleri sağlamadığınız sürece, ne yolsuzluğun, ne de usulsüzlüğün önüne geçebilirsiniz. Bir kamu görevlisi hakkaniyet içinde bileğinin gücüyle bir göreve gelirse, (kimseye boyun eğmez) hukuk içerisinde görevini yapar. Ancak, ahbab-çavuş ilişkisi içerisinde yükselttirilirse, birilerine “yalalakalık yapmak ihtiyacı duyar.”
İşte baş belası budur. Bu Ülkede ne bela ve ne sıkıntı geliyorsa bu yalakalardan ve bu yalakalıktan geliyor.
Dilerim bu Ülkenin insanları yönetimde ahlak, adalet ile ehliyet ve liyakatin geçerli olduğu günleri görürler. İnşaallah.