18 Mart'a Doğru...
18 MART ÖNCESİ
Provası tekrarlansa bile aynı sonucu veremeyecek bir zaferdir Çanakkale…
Çanakkale her kelimesi, karesi ve zamanıyla tarihin silinmez sayfalarında, hafızalarda ve hatıralarda dolu Malazgirt’in, İstanbul’un Fethinin belki de devamı niteliğindeki büyük bir zafer. Dahası Çanakkale bir destan.
Çanakkale, Merhum Akif’in ifadesi ile “Bedrin Aslan’larının ancak bu kadar şanlı” olduğu bir savaş, tarihteki benzeri ile bir Bedir Savaşı.
Çanakkale; tokların açlara, sayıları çokların azlara, silahı teknolojik yönden bütün eksikliği ile düşünülmüşlerin silahları sınırlı olanlara, fiziksel güçlülerin zayıflara, batılıların ifadesi ile sağlıklının hasta adama yenilişinin tarihte silinmeyecek izleridir.
Çanakkale; zalimlerin, zorbaların, düşmanların dünyasına dar edildiği mekânlardır,
Çanakkale; fedakârlıkta benin, vatan savunmasında bizim sevdası ile sadece güçlerin değil, gönüllerin de bir araya geldiği mekân ve zamanla ifade edilemeyen erlerin “ya istiklal, ya ölüm” mücadelesidir.
Çanakkale vatan savunmasıdır, vatanı kurtarmaktır, bayrağı sonsuza dek dalgalandırmaktır.
Çanakkale, sinsi tezgâhların bozulduğu, mananın maddeye hakim olduğu “Ölmezlerin” savaştığı kutsal mekânlardır.
Çanakkale’de kimlerin anıları yok ki. Tüyü yeni çıkan, bıyıkları yeni terleyen kınalı kuzular, okulunu terk ederek cepheye koşan liseliler, sadece Çanakkaleli değil; Elazığlı, İstanbullu… Kısaca doğudan batıya, kuzeyden güneye, hatta daha da ötesine kimlerin güzel hatıraları yok ki bu güzel mekânlarda.
Bile bile ölüme koşarak gitmek, birkaç dakika sonra öleceğini bilerek kanının son damlasına kadar mücadele etmek, namazını kılarak ölüme koşmak, bir alayda bir kişinin bile hayatta kalmaması, İsmaillerin ölüme şehadet şerbeti ile koşması; “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” ruhu bizi diğer milletlerden ayıran en güzel özellik değil mi?
Birinci Dünya Harbinde, Kafkas ve Çanakkale Muharebelerinde bulunan Albay Hulusi Yahyagil kendi anlatımı ile "… Biz 9. Fırka (tümen) olarak Çanakkale'ye geldik. Birçok çıkartmalar yapıldı. Biz harbe giderken pilâv yemeye gider gibi hevesle gitmiştik.” diyerek savaşı bir yemem içme, hayatı devam ettirme gibi düşünülen bir zihniyetin galip gelmesidir Çanakkale.
Ya Çanakkale’de gösterdiği başarılardan dolayı kendisine madalya ve nişan verilen Harputlu Ömer Çavuş’un bu teklifi kabul etmemesine verdiği örnek cevap:
“ Biz vatan için din uğruna savaş yaptık. Bunu karşılığını Allah’tan bekliyoruz. Dünyevi bir ikbal bizi sevindirmez.”
Çanakkale Zaferi öyle büyük bir destan ki… Çanakkale yaşanması ile anlaşılabilen, anlatılması ile yad edilebilen nefsin rahatlığının düşünülmediği, cesaret, fedakârlık, kahramanlık, yardımlaşma, kardeşlik duygularının ve bunun gibi diğer güzel hasletlerin sergilendiği örnek alınması gereken tarihi bir vakıa. Peki, tarihteki bu savaşın çıkmasının gerekçeleri neler olabilirdi ki?
Avrupa, sanayinin de gelişmesi ile ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları ile adeta çalkalanıyordu. Bir anlamda Avrupa’da güçler çarpışıyor ve topraklar genişletilerek ülkeler kendilerine güç katmak istiyordu. Öyle ya da böyle birçok nedenden dolayı Birinci Dünya Savaşı çıkmış, İtilaf ve İttifak devletleri ile ülkeler adeta güçlerini çıkarları doğrultusunda birleştirmişlerdi. İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya İtilaf Devletlerinin güçlü isimleri idi. Diğer taraftan Avrupa’nın yeni devi Almanya, biricik ortağı Avusturya- Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan. Ya Osmanlı?
Kıtaların hakimi Osmanlı İmparatorluğu içte ve dışta yaşadığı sıkıntılarla mücadele ederek topraklarını savunmaya çalışıyordu. Bir noktada savaşta altı yüz yıl yıkılmayan, içte ve dışta Avrupa’nın Osmanlı’yı yıkma reçetesi, hasta adam haline getirilmesi ile meşguldü Koca İmparatorluk. Avrupa’daki milliyetçilik akımları, azınlıkların ayaklandırılması ve bilinen zaafiyetlerden faydalanarak Osmanlı’yı toprak alarak küçültme, parçalama, bölme ve yok etme planları.
Derken Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diplomasi sahasındaki ağırlığını ve gücünü de yitirmişti.
Buna rağmen Osmanlı güçlü idi ve bir savaş halinde de savaşın kaderini belirleyecek boğazlar Osmanlı İmparatorlunun elindeydi. Rusya ve İngiltere durumu fark ettiklerinden boğazları ele geçirmeyi istiyorlardı. Değişik nedenler sonrası 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşmişti.
Ve Osmanlı İmparatorluğu, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslau adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm yabancı gemilere kapatır. Bu durum da itilaf devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur.
27 Eylül 1914’te Amiral Souchon Komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslara ait Sivastopol ve Novorossisk Limanlarını bombalayınca (Sivastopol Baskını) 01 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlattığından Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur. Yıllarca Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, konumları, stratejik, ekonomik ve kültürel itibariyle hele hele Avrupa için çok büyük bir önem taşıdığından fırsat bu fırsattı.
Ve savaş öncesi bu şekilde Çanakkale ile Osmanlı İmparatorluğu savaşa böylece sürüklenmiş olur.