Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 2

  • Kişisel           : 381182

  • Toplam         : 3411606

Anasayfa » YAVUZ BÜLENT BAKİLER'İN DERNEĞİMİZDE DÜZENLEDİĞİ SÖYLEŞİ

YAVUZ BÜLENT BAKİLER'İN DERNEĞİMİZDE DÜZENLEDİĞİ SÖYLEŞİ

Çıktı Al
1696 kez okundu
01 Ocak 1970
YAVUZ BÜLENT BAKİLER'İN DERNEĞİMİZDE DÜZENLEDİĞİ SÖYLEŞİ




YAVUZ BÜLENT BAKİLER ÜÇ YIL SONRA ANKARA’DA, İDARECİ VE BÜROKRATLAR BİRLİĞİNDE KONFERANSTA…

ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER VE TARİHE IŞIK TUTACAK AÇIKLAMALARLA…

Türkiye’ye ve Türkçemize içeriden ve dışarıdan oynanan oyunlar, kurulan tuzaklar, Öz Türkçenin kapsamı, Türkçedeki yabancı kelimeler, kitaplara ve okumaya verilen değer, dilimizin her geçen gün yozlaştırılması, dilimize kurulan tuzakların sebebi, dil birliğinin milletlerin hayatındaki önemi, ayakta kalabilmenin dil ile olan ilişkisi, emperyalizm ve dil emperyalizmi, ülkemizdeki Türkçe eğitim sistemi ve politikası, dilimizdeki yabancılaşma, yabancı isim koyma, radyolarımızda ve televizyonlarımızda kullanılan Türkçe, insan-dil ve tarih sürecindeki birçok önemli açıklamalar ve sorulara verilen cevaplar misali daha çok düne, birlik ve beraberlik mesajları, bugüne ve yarın ile ilgili değişik hususlar… Hepsi Şair, Yazar, Gazeteci, Devlet ve Düşünce Adamı Yavuz Bülent Bakilerin, İdareci ve Bürokratlar Birliği Derneğindeki “Türkiye’ye Kurulan Tuzaklar Konferansı’nda…



 

Üç yıldır Ankara’ya gelemeyen ve özel bir programa gelmek zorunda kalan Yavuz Bülent Bakiler, İdareci ve Bürokratlar Birliği Derneği Konferansına gelirken ülkemizin ve gittikleri illerimizin zenginliklerini anlatırken Elazığlıların bu ülkenin sağlam kumaş deseni olduğunu, Elazığlıları özellikleri ile tanıdığını ve takdir ettiğini, Elazığlılara da bu şekilde olmayan Elazığlılara da ahirette kendisinin davacı olduğunu söyledi. Bakiler, insana hizmet etmenin çok kutsal görev olduğunu ve bu anlamda gerek idareci ve bürokratlara yönelik ve gerekse bu makamlarda oturanların hizmetlerinin çok önemli olduğunu ve böyle bir sivil kurumun hizmetlerini anlamlı bulduğunu ve desteklediğini söyledi.

 

Konferansta selamlama ve takdim konuşması yapan İdareci ve Bürokratlar Birliği Derneği Genel Başkanı Yücel Can, Kendinize ve değerlerinize verdiğiniz kıymet nedeniyle öncelikle Siz Değerli Konuklarımızı gönülden tebrik ederiz. Sizin gibi gönülden teşekkürü hak eden biri, bir Büyüğümüz daha var. Çok sınırlı bir süre içerisinde Ankara’da bulunan ve Bizleri kırmadan davetimize teşrif eden, bu konferansın duyurusunda bile hiçbir unvan, övgü istemeyen, tarihin, ülkemizin ve hatta dünyanın önemli bir Yazar, Şair, Edebiyatçı, Düşünür ve Devlet Adamının teşriflerinden elbette çok mutluyuz ve Kendilerine müteşekkiriz. Maalesef millet olarak kaybettiklerimizin arkasında kıymet bilmeyişimize üzülen bir millet olma özelliğinin mağduriyetini yaşamama adına bu konferans çok önemli.  Ve tecrübelerin paylaşılmasında bedel istendiği, cimri davranıldığı ve bu zamanda insanların ihsanlarını muhtaçlara çok pahalı sattığı bu zamanda bu konferans ve konferansı veren Kıymetli Konferansçımız gerçekten çok önemli.Yazarın kendi dilindeki ifadelerinden alıntılarla seslenen Can;

 

“Ben Anadolu’yum... Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç... Ben Anadolu’yum, acılı, mahzun; Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç...

Bizim türkümüzde gurbet var artık. Hasret var, yürek var, toprak var balam… Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar…

Yine bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacağız. Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan, tanıyacak bizi yeniden heyecanla…

Hangi düğüm çözülür. Nazla… Sitemle… Kinle… Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle…

Bir gün baksam ki gelmişsin. Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde bir sitem var. Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm. Benim olmuş dünyalar…”

 

Konferansı takdim etmek üzere şiir karşısında duygulanan Yavuz Bülent Bakileri takdim etti.

Yücel Can Kardeşimizin de ifade ettiği gibi üç yıldır ilk kez Ankara’ya yeni geldiğini ve ilk konferansı olduğunu söyledi. Kıymetli, seviyesi, seciyesi yüksek bir dinleyici kitlesi ile birlikte ilk kez duyduğum ve çok da sevindiğim İdareci ve bürokratlar birliğinde olmanın da mutluluğunu taşıdığımı, bu tür hizmetleri yapan sivil toplum kuruşlarına da ihtiyaç olduğunu ve daha başka hayırlı hizmetlere de bu Derneğin vesile olmasını diliyorum. Efendim önce biraz kendimi tanıtayım.

 

1936 yılında Sivas’ta doğdum. Babam Sivas’ta nüfus müdürüydü annem de ev hanımı. Sivas’ta okudum ilkokulu, ortaokulu, lisenin ikinci sınıfına kadar Sivas’ta okudum. Babamın memuriyeti sebebiyle Gaziantep ve Malatya’da liseyi tamamladım. Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Askerliğimi Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda yaptım. Askerlikten sonra kısa bir süre bir gazetede meclis muhabiri ve Ankara’da Metal-İş Federasyonu’nda çalıştım. Ankara Radyosunda çeşitli programlar hazırladım ve sundum. Bir süre Sivas’ta avukatlık yaptım. 1970 yıllarında ister istemez politikaya bulaştım ve Sivas’tan milletvekilliği seçimlerine katıldım. Seçimleri kıl payı kaybettim, gördüm ki siyasette de avukatlıkta da başarılı olamıyorum, tekrar istemeyerek devlet hayatına döndüm. Çünkü devlet memuru olmak istemiyordum. Ama gördüm ki serbest meslekte de çalışmanın birtakım sıkıntıları var. Meselâ ben avukatlıkta çok dürüst davrandım. Dürüst davrandığım için de para kazanamadım. Vatandaş ister istemez kendisine yalan söyleyenin saflarına kaymaya başladı. Gördüm ki avukatlık mizacıma uygun değil, önce avukat olmak için okumama rağmen, avukatlığı başaramayacağımı gördüm ve ayrıldım. Sonra “Başbakanlık Toprak Tarım Müsteşarlığı”na girdim, TRT’ye geçtim. 1979–80 yıllarında Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yaptım. 12 Eylül’den bir süre sonra bakanlık müşavirliğinde daha sonra da Başbakanlık Müşaviri olarak çalıştım ve 1993 yılında bu görevimden kendi isteğimle emekliye ayrıldım. 1995 yılından beri İstanbul’da oturuyorum. Evliyim ve iki çocuğum var. Evet gelelim konumuza.

Doğu ve Batı dünyası Türkiye ‘yi bölmek istiyor, bizi Anadolu toprakları üstünde yaşatmak istemiyor.Bugün ülkemize Türkçemiz başta olmak üzere çok büyük tuzaklar kuruluyor ve kurulacaktır da. Buda bizim çok büyük millet olmamızdan kaynaklanıyor. Bakın şunu ifade edeyim ki bugün yeryüzünde, Dünyada bizden daha çok devlet kuran bir başka millet, devlet gösteremezsiniz.  Resmi rakamlara göre tarihin ilk devirlerinden bugüne biz otuz sekiz devlet, otuz iki beylik, Azerbaycan’da ve Türkistan’da on yedi hanlık, on altı imparatorluk, on cumhuriyet, dört atabeylik olmak üzere yüz on yedi devlet kurduk. Dünyada bizden daha çok devlet kuran başka bir devlet yoktur. 38 devlet, 32 beylik, 17 hanlık, 16 imparatorluk, 10 Cumhuriyetlik 4 atabeylik. Bu nedenle Hristiyan dünyası bize çok öfke duyar. Yani, Dünya’da yüz on yedi devlet kuran tek millet biziz. Tekrarlıyorum117 devlet.Öyle anlatıldığı gibi Osmanlı Devleti sadece silahımıza, gücümüze dayanarak, kan dökerek kurmadık. Aynı zamanda, dünyanın en medeni topluluklarından birini meydana getirdik. Eğer başka devlet varsa siz söyleyin! Ayrıca Fransa on üç yıl, İngiltere yüz yirmi sekiz yıl dünyada lider devlet olarak yaşadı. Ama aynı süre içerisinde Osmanlı İmparatorluğu tam üç yüz yirmi iki yıl dünyanın en medeni, en müreffeh, en büyük devleti oldu.Bizim Balkanlarla da 500 yıllık geçmişimiz var. Üstelik 23.333.600 km2 yüzölçümlü bir alana hitap ediyorduk.   III. Murat döneminde en uzun sınırlara ulaşmıştık. Hristiyanların en mukaddes yerlerini aldık.

 

Böyle muhteşem bir tarihe sahip olmamız doğu ve batı dünyasını çok büyük endişelere düşürdü. Bu bakımdan dünya milletleri bizden korkuyor.O bakımdan milletimize karşı içeride ve dışarıda bir takım oyunlar düzenleniyor,  Türkiye’yi parçalama planları yapıyorlar. Bir kere sormak lazım;  Şimdi 780,000 km2 neden düştük?

Bizi yıkmak için 100 ayrı plan hazırlanmış, Batılılar şark meselesi, balkanlar gibi konularla Bizi parçalamaya çalıştılar.   Bizim Araplara hiçbir zararımız olmadı, Araplar cehaletinden bizi arkamızdan vurdu. Bu Batılıların kandırmasından, yönlendirmesinden, cehaletten kaynaklandı.

 

Dil çok önemlidir. Hatta dil, dinden de önemlidir. Dil olmazsa din de öğrenilemez. Dil, millet demektir. Milletlerin hayatında dil çok önemlidir. Bunu çok iyi bilen Ruslar, kendi ülkelerindeki Türkler ile Türkiye arasındaki yani Anadolu Türkleri ile Türkistan Türkleri arasındaki bağı koparmayaçalıştı. 1876 yılından itibaren Türklerin büyük bir kısmı Sovyet Rusya’nın eline geçmişti. Rusya da bizim en büyük düşmanlarımızdandı. Oradaki Türklerin Bizimle irtibatını kesmenin en güzel yolu da dildi.  Bu amaçla Mirza Fetali Ahundov isimli Azerbaycan Türklerinden birisini Türkiye’ye gönderdi. Ahundov, İstanbul’daki ilim adamlarımıza Arap alfabesini atıp, Latin alfabesinin kullanılması yönünde telkinlerde bulundu. Ancak ilim adamlarımız bunu reddederek Ahundov’u uğurladı. Bunun nedeni, bin yıldan beri Sovyetler ’deki, Arap Yarımadası’ndaki, Balkanlar’daki, Avrupa’nın içlerindeki soydaşlarımızla beraber bu alfabeyle okuyup yazmamızdı. Biz alfabemizi değiştirmek istemeyince 1926 yılında Moskova, orada yaşayan soydaşlarımızın alfabesini değiştirdi ve aramızda alfabe birliği, dil anlaşması koptu, Rusya’daki Türk boyları Latin Alfabesine geçti, biz de Arap alfabesinde kaldık. Bu olaydan hemen iki yıl sonra, biz Latin alfabesine geçtik ve yeniden alfabelerimiz bir oldu. Bir noktada tekrar dil birliğimiz sağlandı. Rusya, Anadolu’da yaşayan Türkler ile Rusya’da yaşayan Türkler arasındaki dil birliğini, gönül birliğini, kültür birliğini ortadan kaldırmak için, orada yaşayan soydaşlarımızın alfabesini değiştirerek Kiril Alfabesini getirdi. Böylece Türkiye ile Sovyet Rusya’da yaşayan Türk boylarının ya da cumhuriyetlerinin birçok yöndeki gücü ve birlikteliği bozulmuş oldu. Sadece bu kadar mı? Bugün Sovyet Rusya’daki, Türk Cumhuriyetlerinin alfabeleri de bir, aynı değil farklı farklı.Birçok soyumuz Rusya’da yaşıyor. Rusya, bazı milletleri bizden koparmak istiyor. Rusya kültürün, dilin önemini çok iyi bildiği için Türkiye’den uzak kalmaya çalıştı. Ama ne hikmetse Sovyet Rusya’da yaşayan Yahudilerin, Gürcülerin, Arap Topluluklarının Alfabeleri, dilleri değişmedi. Aslında biz de eskiden ”kahrolsun kominizim,  komünistler Moskova’ya derdiler”  Ne yanlış yapmışız iyi ki komünist ve komünizm vardı, kötülükler görüldü sonra ise yıkıldı.

 

Okumuyoruz okumuyoruz ki bilelim.Yılmaz Öztuna 4. Cildi,  Roman Diplomatı CUVERA’yı Diyanet Vakfı satıyor 5TL.

 

Büyük devletlerin geri kalan devletlere veya ilerlemesinden rahatsız olduğu devletler üzerinde 4 çeşit emperyalizm uygularlar. Bunlar; askeri – siyasi – iktisadi ve en tehlikelisi olan kültürel emperyalizmi çok iyi uygularlar.

 

Batı Dünyası kültür emperyalizmini çok iyi uyguluyor. Örneğin İngiltere çok nazik kibarken kendi dışındaki yerlere uyguladıkları ile tam bir barbardır.

Dünyada siyasi istiklallerini kaybeden milletlerin belirli bir zaman sonra derlenip toparlanarak yeniden tarih sahnesine çıktığı çok görülmüştür. Kendi dillerini kaybeden milletlerin yeniden tarih sahnesine çıktığına dair bir tek örnek yoktur. Anadolu’da bizden önce birçok millet yaşadı. Nerede şimdi Urartular, Asurlar, Hititler? Tamamen dillerini bıraktıkları için, hangi milletin dilini benimsedilerse o milletin mensubu oldular. Bu başka milletler için böyle de bizim için farklı mı?

 

Hayır. Konu ile ilgili çok önemli bir hususu paylaşacağım.  İngilizler, Avustralya’ya ilk geldiklerinde, Aborjinlere sırf siyah renkli oldukları için öfkelenmeye başlamışlar ve bu Aborjinlerden yaklaşık altmış bin kişiyi katletmişlerdir. Kıtanın sahil kesimlerine yerleşen İngilizler, kıtanın diğer uçlarına gitmek istediklerinde çöl ortasında mecburen Aborjinlerle karşılaşmışlar ve bu sefer de Aborjinler, İngilizleri katletmişlerdir. İngilizler, Aborjinleri bitirmek için yemeklerine zehir katmışlar. Rivayetlere göre İngilizler 65 bin Aborjin öldürmüşler, daha değişik rivayetler de var. Karşılıklı öldürme olayları üzerine İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’na başvurmuşlar ve II. Abdülhamit’ten Afganistan’da taşımacılık işiyle uğraşan bin Türkmen’in develeriyle birlikte Avusturya’ya göç etmeleri yönünde ferman çıkarmasını istemişler. II: Abdülhamit de İngilizlerle değişik bazı gerekçelerle Afganistan’da yaşayan 1000 Türkmen, Avustralya’ya göç etmiş, yıllarca burada taşımacılık işleriyle uğraşmışlar, iyi paralar kazanmışlar ve çöldeki yaşayışlarını bir tarafa bırakarak şehirlere yerleşmişler. Şehirlere yerleştikten sonra İngilizce konuşmaya başlamışlar, Hıristiyan olmuşlar ve kaybolup gitmişler. Avustralya’ya gittiğimde arkadaşlarım başıboş dolaşan develer gösterdiler. Bana dediler ki; “Bunlar II. Abdülhamit Han’ın zamanında buraya gelen bin Türkmen’in şehirlere yerleşmesinden sonra, başıboş bıraktıkları develerdir. Çöllerde kendiliğinden çoğalmaya başladırlar. Türkmenlerin yaşadığı, dinlendiği yerleri gördüm, hatta Türkmenlerin başıboş dolaşan develerini de gördüm, çok istedim ama Avustralya’da şu an yaşayan elli beş bin soydaşımız o Türkmenlerden birini bulup bana getiremedi. Çünkü hepsi İngilizce konuşmaya başlamışlar,Hıristiyan olmuşlar ve tamamen İngilizleşmişler. Yine II. Abdülhamit zamanında Hüseyin Rana Efendi Başkanlığında İstanbul’dan yaklaşık üç yüz kişi Avustralya’ya gidip yerleşmiş, onlarında sonu aynı olmuş. Daha sonraları Kıbrıs’tan üçüncü bir ekip daha gitmiş. 1978 yılında Avustralya’ya Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç gittiğinde en son göçen bu ekibin başkanı İbrahim Dallal, kendisini ziyarete gitmiş. Beraberinde İstanbul’dan vaktiyle Hüseyin Rana Efendi ile beraber göçen Türklerin çocuklarını götürmüş. Demiş ki: ”bu çocuklar şu anda bizi dinliyorlar ama ne söylediğimizi kesinlikle bilmiyorlar. Çünkü hiçbirisi Türkçe bilmiyor. Dikkat edin hepsinin bileziklerinden, kolyelerinden haçlar sallanıyor. Ama şimdi burada üçüncü bir grup daha var. Eğer siz bizim yaptığımız camilere, Türkiye’den imam göndermezseniz, okulların açılmasına sebep olmazsanız şu anda yaşayan elli beş bin Türk de daha öncelerde olduğu gibi kaybolup gidecektir ve bunun bütün vebali sizin üzerinizde olacaktır.” Bu konuşma netice vermiş, okullar açılmış, camilere imamlar gönderilmiş ve Türkler, İngilizleşmekten kurtulmuş. Bu örnekten de dilin milletler için ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. Yeri gelmişken bu hususla ilgili bir konu daha anlatmak istiyorum. Avustralya’da bu durumu bilip de oraya Türklere hizmet için giden Esat Coşan Hoca Efendi de Avustralya’da kaza süsü ile öldürülmüştür.

 

Bugün Ortadoğu’nun sorunlu devleti İsrail. MS 70’li yıllarda Doğu Roma İmparatorluğu İsrail devletini ortadan kaldırdı ama 1950 yılına kadar İsrail toplumu dünyanın çeşitli yerler ine dağılmış olmasına rağmen ne alfabesinden koptu, ne tarihinden, ne de dilinden. 2000 yıl sonra dillerini kaybetmedikleri için Ortadoğu’da yeni baştan bir devlet kurdular.

 

PKK meselesinde NATO ülkesinin hiç biri bizi desteklemiyor. Müttefiklerimiz bizi istemiyor.

 

Müttefiklerimiz Alevi Kardeşlerimizi, Kürt Kardeşlerimizi neden destekliyor?

 

Nedir Türkün Türk’e, Müslümanın Müslümana Düşmanlığı?

Aleviler soy bakımından Türk, din bakımından Müslümandır. Ben bunu söylediğimde kıyameti kopardılar. Hacı Bektaşı Veli, Makalat okumam azlığı, fecaattir, cehalettir. Sormak lazım alevi ve Sünni Kardeşlerimize bundan haberdar olan, bu eseri okuyan var mı, ya da kaç kişi?

 

Hacı Bektaşı Veliyi anma günleri yapıyoruz, çok güzel, daha da bu etkinlikler bir başka anlamlı olmalı. Bununla ilgili bir anımı anlatayım. Benim de davetli olduğum bir programda Sivas’tan gelenlerin olduğunu duyunca eserleri çalacakların yanına gittim, içkiden, kokusundan geçilmiyor. Hacı Bektaşı Veli’ye saygı, bağlılık bu mudur, böyle mi olmalıdır? Hiç değilse o gün daha farklı güzel şeyler yapılamaz mı?

 

Alevi ve Sünniler arasında ayrılık, gayrılık, düşmanlık da yoktur. Çok söyledim; Biz Yezidi’n soyundan değiliz, Hz. Ali’ye savaş açan Biz değiliz, Hz. Hüseyin’i Biz şehit etmedik diye!

Türklerin, İslamiyet’i kabul ettiği tarih ile diğer tarihlere bakın, görürsünüz.

Şahıslar okuyarak akıllarını çalıştırmadığından düşman oluyor, birbirleriyle kavga ediyorlar.

Devletimiz, dil ile eğitim ile Sünni ve Alevileri doğru bir şekilde aydınlatmadığından olmaması gereken sıkıntıları yaşıyoruz.

Bizim aydınımız Türkiye üzerinde oynanan oyunlardan haberdar değil. Bu memleketin insanı bu düzen karşısında sessiz kalıyor. Biz bağlı olduğumuz kültürü yaşayamıyoruz. Dinimiz oku emrediyor, en az kitap okuyan toplumların başındayız.

Okumadığımız için yanlış bilgilendiriliyoruz. Din uyuşturdu deniliyor. Din bizi asla uyuşturmadı. Uyuşuk bir devlet 322 yıl lider devlet olmaz. Din nasihattir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkçeyi tahrip ediliyor, Türkçeye saldırılıyor, bir kelime bile çok önemlidir.

Biraz önce eleştirdiğimiz İngilizler dile çok önem veriyor, Shakespeare’i herkes tanıyor, okuyor, her meslekten olanlar, okuyanı, okumayanı, herkes biliyor. Bizde ise;

1932-34 Farsça, Arapçayı dilden attılar.

1934’den sonra kelime tavsiyesinden vazgeçildi.

1934-35 doğru dil anlayışı içinde oldular.

1935-40 Güneş dili okutuldu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Güneş dili teorisini Bana anlattı.

Güneş Dil Teorisi, Türkçe'nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dilbilim teorisidir. Güneş Dil Teorisi özetle, dünyadaki tüm dillerin Türkçeden doğduğunu savunur. Bu teoriyi Avusturyalı Türkolog Kvergiç ortaya atmış, Atatürk de desteklemiştir. 1936’da Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’nin düzenlediği 3. Dil Kurultayında ele alınan bu teori, dilbilimciler tarafından fazla önemsenmese de Atatürk, bu konunun araştırılmasında ısrarcı olmuştur.

Bu teoriye göre; Türkler, Rusya üzerinden Amerika kıtasına geçmişler. Burayı keşfedip, buraya yerleşmişler. Zamanla “Kızılderili” adını almışlar. Konumuzla alakalı olmadığı için bu konuda fazla detaya girmiyorum. Neyse, daha sonra Türkler (Kızılderililer), keşfettikleri bu kıtada yeni bir meyve bulmuşlar (yenidünya meyvesi). İlk kez gördükleri bu meyveyi eriğe benzetmişler fakat tadı biraz ekşiymiş. Onlar da birden “ham erik aaa!” demişler. Zamanla bu söz değişmiş “Amerika” olmuş ve bu kıtanın ismi olarak kalmış. Daha sonra karşılarına, gürültülü akan bir şelale çıkmış. Ona da “ne yaygara!” demişler ve bunun da ismi zamanla “Niagara” olmuş. “Ne vaa bu da? (Kastamonu şivesi)” daha sonra “Nevada”, “Aman ne uzun” da “Amazon” olmuştur. Hatta ok-ay, gibi bazı tanımlamalarımız zamanla diğer dillere girip değişik hal almışlar İngilizce okey gibi.Bunlar sadece birkaç basit örnek.

Bu teoriye göre ilk insan Türk olduğuna dair yazıyor.Tenkitsiz ilim olmaz 1940 Güneş dili nazariyesi kaldırıldı. Oğlum nereden duydun, ne biliyorsun demiyor?

Her milletin bir alfabesi vardır.

“Millet edebiyatı olan topluluktur” Balzac

“ Bir milletin edebiyatı yoksa o millet yok demektir” Necip Fazıl

“Bana edebiyatını söyle, sana nasıl bir millet olduğunu söyleyeyim” Cengiz Aytmatov

Okumayan yerle gök arası kayıptadır.

Dil milletler için birinci dereceden önemlidir.

Türkiye’de, dilimize kurulan çok ciddi tuzaklar var. Biz okul öncesi evimizde yedi yıl Türkçe konuşuruz, sekiz yılda ilköğretimde, üç yıl lisede Türkçe dersi alırız. On sekiz yıl Türkçe eğitimden geçtikten sonra üniversiteye kaydolduğumuzda çocuklarımıza yeni baştan Türkçe dersi konur. Bundan büyük ayıp olmaz. Çünkü on sekiz yıl Türkçe eğitimden geçmiş bir çocuk artık kendisine ders veren hocayı, ders kitaplarını anlayabilmelidir ve kendisini ifade edebilmelidir. Bütün bunlar Türkçemize kurulan çok ciddi tuzaklar sonucu ortaya çıkmaktadır. Batı dünyası, çocuklarını daha ilkokul sıralarında lider seviyesinde yetiştirmeye çalışıyor. Biz ise yaklaşık yüz bin öğretmenimizi seferber ederek ve devletin yüz milyarlarca parasını harcayarak  bu çocuklarımız güdük noktada kalsınlar diye hırpalamaya çalışıyoruz. Bu devletin takip ettiği yanlış dil politikasından kaynaklanıyor. Batı dünyasında sekiz yıllık eğitimden geçen çocukların ders kitapları yetmiş bir bin kelime ile yazılıyor, bu sayı Japonya’da kırk dört bin, İtalya’da otuz iki bindir.Türkiye’de ise bu sayı ise altı–yedi bin civarındadır. Çocuklarımız ise bu altı–yedi bin kelimenin%10’u ile düşünüp konuşmaktadırlar. “Gittim, geldim, kalktım, yattım, acıktım…” ile konuşulan Türkçe, Türkçe değildir. Bu sokak Türkçesidir. Namık Kemal diyor ki: “Bir insanın zekâsı bildiği kelime sayısı ile orantılıdır.” Bir insan ne kadar çok kelime bilirse, aklını o nispette iyi kullanır. Ne kadar az kelime bilirse aklını kullanamaz, kendini anlatmakta güçlük çeker.

Bir başka ifadeyle tekrarlıyorum.8 yıllık eğitim geçirenlerin kelime hazinesi Avrupa’da 88bin dir. Türkiye de ise 6-7 bindir. Batının kelime dünyası çok zengindir. Bir Türk ile Batılı arasında ne fark vardır? Batılı aklını kullanır Türk yeterince aklını kullanamaz.

Niçin Türk aklını yeterince kullanamıyor? Yıllarca bu soruyu sordum, araştırdım.

Bir insanın zekâsı kullandığı bildiği kelime ile alakalıdır.

Bir ülkedeki geriliğin sebebi o dilin az kelime ile olmasındandır. Bir toplumun karşısında rahat konuşamama nedeni kelime hazinemizin darlığındandır.

“Okudukça cehaletimden “utandım.On sekiz sene Türkçe öğretiyoruz ama Türkçe okuyup –

yazma çok zayıf, kelime hazinemiz çok zayıf. Her kesim belli ifadeler söylemiyor kendi yazdıklarımızı okuyup anlayamıyoruz.

Öz Türkçe anlayışı kelimenin gerçek anlamıyla bir faciadır. Biz büyük bir milletiz, yüz on yedi devlet kurduk bugüne kadar.  Beraber yaşadığımız milletler var, o milletlerden bizim aldığımız kelimeler var. Bizim o milletlerin dillerine verdiğimiz kelimeler var. İmparatorluk dili başkadır, kabile dili başkadır. Dünya’da beş bin altı yüz elli bir dil var ve Türkçe bu dil dünyası içinde on birinci sırada. Ama Türkçenin yayılmış olduğu sahayı da ele aldığımız takdirde, Türkçe birinci sırada. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar bizim dilimiz kullanılıyor. İlk sözlüğümüz Divan-ı Lügat-üt Türk’te sekiz bin kelime var. Biz 1072’de sekiz bin kelime ile konuşurken Fransız dilinde bin kelime bile yoktu. Bu dilimizin zenginliğini ortaya koyuyor. Türk Dil Kurumu’nun son hazırladığı sözlükte yüz yirmi bin kelime var. Öz Türkçe sözlükte ise sadece üç bin yüz yetmiş beş kelime var. Nesillerimizi yüz yirmi bin kelimelik  bir sözlükten kopararak üç bin yüz yetmiş beş kelimelik sözlüğe götürmek kelimenin tam manasıyla gericiliktir, yobazlıktır, faciadır.

Öz Türkçede “c, f, ğ, h, j, l, m, n, p, r, ş, v, z” harfleri ile hiçbir kelime başlamaz. Öz Türkçe sözlük ile Türkçe sözlük arasında tek ortak nokta, ikisinde de ğ ile başlayan keli-menin olmamasıdır. Öz Türkçeciler; “meclis ”kelimesini atmak için uğraşıyorlar, yerine “parlamentoyu” koyuyorlar. “Meclis”i Arapça diye atıp yerine Fransızca kelimeyi sokmaya çalışıyorlar. “Hâkimiyet”, ne kadar güzel bir kelime... Bütün Türk dünyasında ortak bir kelime. Öz Türkçeciler bunu atıp “egemenlik” diyorlar. Neden? Arapça diye, iyi de “egemenlik” de Yunancadaki hegemonyadan geliyor. Yine bütün Türk dünyasında ortak kullanılan “mesela” kelimesini atıyorlar, Ermenice “örneğin” kelimesini alıyorlar. “Şeref”in suyu mu çıktı ki Fransızcadan “onur”u alıyorsunuz. Mektep, mesela, gibi kelimeler eski dile ait eleştiriliyor, dilden çıkarılsın deniyor. Oysa koşul, saptamak, örneğin, gereksinim, okul kelimeleri ise Ermenicedir. Bunun yanında cımbız kilit, güğüm, kira, temel, Hülya, isimleri de Yunancadır. Bunlara ne demeli! Bırakın Türkçeleşmiş kelimelerle de uğraşmayın artık!

Düşünce şu: “Arapça olmasın da ne olursa olsun.” Bundan büyük bir saçmalık olmaz. Milletimizin bin yıldır kullandığı kelimeleri atıp yerine yeni kelimeleri koymak dili zenginleştirmek anlamına gelmez ki. Hem Türk dünyası ile bütün irtibatımızı koparıyor, hem de bizi dünkü edebiyatımızı anlayamaz hale getiriyor. Bırakın üç yüz sene önce ölen bir yazarımızı, otuz sene önce ölen bir edebiyatçımızın, bir şairimizin, bir yazarımızın eserlerini bugün çocuklarımıza okutamıyoruz. Bu, Türkçeye kurulan “Öz Türkçe” tuzağı neticesinde oluyor.  Benim gözümde kitaplıksız ve kitapsız ev mağara karanlığından farksızdır. Zaten evlerimizin sadece %5’inde, kitap ve kitaplık bulunuyor ancak bu kitaplar da yanlış eğitim politikalarımız sonucu çocuklarımız kitapların dilini anlayamadığından, kitaplar çocuklara ağır geldiğinden okunamıyor. Peki, Türkiye nasıl gelişecek, düşünen insanların diyarı haline nasıl gelecek?

Dil zenginliği çok önemli. Ne kadar zengin dil olursa o kadar başarılı ne kadar dilden atarsak başarısız oluruz. Cehalet, cehalet, cehalet…

Evlerimizin %95’i kitapsız, kütüphanesiz demiştim. Bununla ilgili de bir anımı anlatayım. Çocuklarımız bir kooperatifin örnek dairesine eşimle birlikte gitmemizi istemişlerdi. Örnek daire gerçekten her yönü ile mükemmeldi, herşey düşünülmüştü ama. Bir de örnek daire gezisi sonrasında düşünce, önerileri almak için büyük bir ajanda konulmuştu. Eşim bana ne olur hep senin dürüstlüğünden başımıza birşeyler geliyor, çocuklarımızı sıkıntıya koyacak bir şeyler yazma dedi. Ben de tamam diyerek ajandaya her şeyi mükemmel olarak düşündüklerini, ama en önemli şey olan kütüphaneyi ihmal ettiklerini yazdım. Daha sonra örnek daireler için bir daha davet edildiğimizde eksiklerin kütüphanelerle giderildiğini gördüm.

Maalesef  “ana” üzerine en çok eser yazan benim.Kayınvalideüzerine de Benim.Maalesifi kendi üzerime demedim, genel olarak ifade ettim.Benim anam bir taneydi. İbadetlerini hep yerine getirirdi. Annem sonsuzluk namazı kılardı. Buna rağmen Anam bile Oğlum, o kadar kitaba verdiğin parayla leblebi, üzüm al, daha faydalı derdi.

Evet, Kayınvalide üzerine de en çok eser yazar benim ya. Kayınvalidem öğretmendi, çok kültürlüydü, anlayışlıydı, kızına karşı bir gün beni üzmedi, benim boynumu bükmedi, onun ellerinden-ayaklarından öperim derken gözlerinden yaş geldi. Eserler ile ilgili eşimle tartıştığımızda evine giderdik Bize hakem olurdu. Hiç unutmam. Bir defasında eşimin haklı olduğu ve doğru söylediği bir konuda Kayınvalidem konuyu Benim lehime çevirerek anlattı ve Beni, Kızına karşı mahcup etmedi. Bu Kayınvalidenin eli, ayağı öpülmez mi?

Evlerimizde okullarımızda zayıf Türkçe var. Türkçeye yeterli ilgi yok. Türkçeile okullarda ciddi eğitim yok.

Biraz önce demiştim. Batı Dünyasının askeri – siyasi – iktisadi ve en tehlikelisi olan kültürel emperyalizmi çok iyi uyguluyorlar diye.

Türkiye bir takım kimselerin yanlış davranışları yüzünden bir sömürge devleti haline gelmektedir. Mesela caddelerimizde, meydanlarımızda işyerlerimiz tamamen yabancı kelimelerle açılmaktadır. Bunun en önemli sebebi, insanımızın batı dünyası karşısında tam bir aşağılık duygusu içinde olmasıdır. Bu aşağılık duygusundaki insanlar dükkânlarına yabancı bir isim koyduklarında, daha fazla müşterinin ilgisini çekeceklerine inanmaktadırlar. Bu yanlış, yerle gök arası kadar çirkin, seviyesiz hareketlerden kurtulmak dünyanın en basit işidir. Bir milletvekili, sadece beş dakikasını ayırarak üç maddelik bir kanun teklifi hazırlasa ve meclisten geçse bu iş kökten bitecektir. Türkiye gittikçe yabancı kelimelerle çirkinleşmeye başlıyor. Böyle giderse elli sene sonra Türkçe isimli iş yeri parmakla gösterilecek kadar azalacaktır. Yüze yakın dergimiz var. Bunun 75’i yabancı isim.

Dilimiz, radyo ve televizyonlarımızda her gün fizikleri güzel ama kimyaları çok zayıf kız ve erkekler tarafından katlediliyor. RTÜK Kanununda radyo ve televizyon yayınlarını dil bakımından incelemeyi emreden bir madde yok. RTÜK, bir kişinin şerefini, haysiyetini bir radyo veya televizyon programı hırpalar mahiyette yayın yaptığında derhal o yayını ikaz edip birkaç gün durduruyorken Türkçe her gün katledildiği halde bunları cezalandırma yoluna gitmiyor. Türkçe şunun veya bunun itibarından, haysiyetinden çok mu daha değersiz?

Türkiye, İngilizler, Fransızlar, Almanlar tarafından işgal mi edildi? Biz yabancı ülkelerin sömürgesi durumunda mıyız? İnsanlarımızın cehaletinden dolayı, bu kadar çok sayıda dergi yabancı isimlerle çıkıyor. Bunların önüne geçemezsek ileride Türkçenin çok  büyük ölçüde kan kaybettiğini görürüz. Bu da Türkiye’yi büyük felaketlerle karşı karşıya bırakır.

Devletimiz de bu hatayı fark ederek zengin bir dil dünyasına girmiyor.

Yabancı dil yabacı dil diyoruz. Evet yabancı dil bilmek önemli. Ama önce Türkçeyi çok iyi bilinmelidir, sonra yabancı dil.

Dil üzerinde Türkçeye oynanan oyunlar felaket habercisidir.

Devletler, okullar dilin zenginliği üzerinde durmalı yoksa batıoyunlarının sonuna varırız.

Ben askerken Komutanlar, Menderesin Kitaplarını yakıyorlardı.(61-63 yılları)

Türkçeye kurulan tuzak millete kurulan tuzaktır.

Türkçenin zengin olması lazım,yabancı isimler Türkçe’nin korunması için.

Vakit çok ilerledi. Bir buçuk saatlik program planlanmışken üç buçuk saat süren bir konferans oldu. Sabırla dinlediğiniz için gönülden teşekkür ederim.

Bürokratlar Birliği Genel Başkanı Yücel Can, konukların soruları sonrası Yavuz Bülent Bakiler Bey’i ağırlamanın mutluluğunu yaşadıklarını, keşkeli ifadeleri kullanmamak için her yönüyle kendini geliştirmiş, tecrübeli ve örnek davranışları ile sözleri ile tanıdıkları Yavuz Bülent Bakileri dinlemenin şans ve bir nasip meselesi olduğunu programın hazırlanmasına şu ana kadar bile çok şey öğrendiğini, bir buçuk saat sürecek konferansın yaklaşık dört saat sürdüğünü, aslında Bürokratlar Birliğinin ve şu anki konukların tarihe tanıklık yaptıklarını, çok zor şartlara rağmen Yavuz Bülent Bakilerin teşrif ettiğini, yıllar sonra Ankara’da olan usta kalem, düşünür, yazar, şair ve devlet tecrübesi olan bir büyüğümüzü dinlemek çok güzeldi, hem bilgilendirdi, hem hatırlattı, farkındalık oluşturdu, uykudan uyandırdı, güldürdü, düşündürdü, bilinç uyandırdıdiyerek Yavuz Bülent Bakilere, Bürokratlar Birliğinde düzenlenen kitap imzalama programları çerçevesindeki değişik kitaplarla birlikte, plaket takdim ederek rozetlerini taktı.

 

Yavuz Bülent Bakiler de Bürokratlar Birliğini merak ettiğini, Başkan Kardeşimiz Yücel Can’dan, Dernek ile ilgili bilgi aldığını, bu sivil toplum kuruluşunun hayırlı hizmetleri yapacağına inandığını, hele hele idareci ve bürokratların bu tür hizmetleri almada ve vermede üzerine düşmesi gerekeni yapması açısından farklı bir önem arz ettiğini, burada bulunduğu için de çok mutlu olduğunu belirterek teşekkür etti.

 

Konferansa milletvekili, idareci, bürokrat, üst düzey yöneticiler, müşavirler, işadamları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katıldı. Günün anısına çekilen fotoğraflar sonrası program sona erdi.