Money Aidat Borcu Sorgulama
Event Etkinlik Takvimi
Survey Anket

Web Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İstatislik Sayfa İstatisliği
  • Online Kişi   : 3

  • Kişisel           : 386305

  • Toplam         : 3449801

Köşe Yazarı › Yücel CAN › Bedenin Varlığını
5541 kez okundu
07/06/2010

Yücel CAN / Bedenin Varlığını


Okumak ve yazmak, ya da yazmak ve okumak…
En basit bir ifadeyle öğrenmenin, tanımanın, bilmenin, dahası hayatın anlamıdır yazmak ve okumak. Ve ötesinde hayatı, kendini tanımak, alemlere kapılar açmak, bilginin değişik sayfalarına uzanarak yol açmaktır okumak ve yazmak. Dahası ilim ile irfanı elde ederek madde ve mana aleminin çıkmazını birleştirmektir okumak ve yazmak.
Hayat, doğumun ötesinden sonsuz alemlere kadar uzanan yolculuk ise okumak, yazmak da bu yolculuğun anlamlar silsilesidir. Okumak harfleri tanıma ile başlayan, bilimlerin çeşitli basamaklarından bazen sıralarda diz çökerek, bazen de değişik şekillerde hayata yenilikler katmak, hayatı tanımak, kolaylaştırmak, hayata anlam katmaktır. Bir noktada keşfetmektir, sanattır okumak ve yazmak.
Okumak ve yazmak konuşmaktır, insanı anlamaktır, anlaşılmaktır, ifade-i meram, iletişimdir, hayatın tekâmülüdür.
Güçle, kuvvetle çözümlenemeyen düğümler, okuma ve yazma ile süslenmiş güzel birkaç sözle çözümlenmemiş mi?
Hayatın pusulasıdır hakikatleri konuşmak ve konuşturmaktır okumak ve yazmak. Okumak bir noktada ilk emirdir. Ve de okunmak, yazılmak da güzeldir. İnsanlığa hizmet adına bilimin maddesinden, manasından kulağa ve gönüle güzel esintiler göndermektir, bir nokta da güzel bir söz, yazmak sadakadır.
Bir noktada bilgi alış verişidir okumak ve yazmak. Tabii ki okunan yazılara anlam yüklenmesi ve yorumlanması da bir o kadar önemli. Bir yazarın okunarak yorumlanması, değerlendirilmelerde bulunulması sözü ritme dönüştüren müziktir, sanatçıya tempo tutmaktır, alkışlarla desteklemektir, moral vermektir. Hele bu da samimi, ilkeli, sevgi, insan hak ve onuruna yakışan bir şekilde olursa değmeyin siz bu zenginliğe. Yazıların bir başka şekildeki güzel sesidir yorumlar. Bu yorumların bir kısmı da bazen maille paylaşılacak kadar özel ve önemlide.
Âcizane insanlığa, memlekete, vatana hizmet adına kalemlerin konuştuğu bu yolda sözler bazen kafiyeler kadar uyumlu, şiir ve ninni kadar güzel ifadeler olabileceği gibi kimi zaman da noktanın konulmadığı, istemediğimiz, hoşumuza gitmeyen ama doğru olan ifadelere gözle aşina olmalı. Şiiri istediğimiz zamanların ötesinde gözümüzün alışması gereken düz yazılar da olacaktır. Önemli olan ifadelerin, fikirlerin insana hizmeti ön planda tutmasıdır. Menfaat ve kaygıdan öte insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli ve manevi değerlerin ön planda tutulmasıdır. Bir o kadar da karşı tarafın kendisini ifade özgürlüğüne saygı duyulması, demokrasiyi her zaman hatırlaması, her şeyden önce hoşgörülü bir şekilde karşı tarafı dinleme erdemliğine sahip olmasıdır. İşte anlam ve anlayış, olgunluk buradadır. Hele bu sevda bir de karşılıksız olunca!
Yazmak konuşmaksa, yorum ilişkiyi sürdürmekse, yorumları paylaşmak da değer vermektir, ilişkiyi anlamlandırarak devam ettirmektir. Genel olarak da ilkeliliğin, doğruluğun, iyiliğin, estetiğin, inançların, değerlerin, tarih birliğinin, sevginin, saygının, hasletlerin, vatan ve milletin, insana hizmetin kutsallığının… ön planda tutulduğu yazılar karşısında kimsenin bu özelliklere itibar etmediği, haksızlıkların dikkate alınmadığı, seslerin duyulmadığı, sayılan vasıfların pazarda alıcı bulmadığı, türünün son örnekleri gibi umutsuz ve ümitsiz vaka olarak değerlendirilmesi gibi çaresizliklere ise yine yaşanmışlardan örnek vermek güzel bir şekilde konuşmaktır. Çünkü konuşan hakikatlerdir.
Ne olursa olsun, sayısı kaç olursa olsun kişilikli olmak, menfaatler karşısında eğilmemek, çıkarlar uğruna her kaba göre şekil almamak, her yola girmek değil; doğru yola girmek, hele hele bu vatanın ne anlama geldiğini bilmek, farklı ve özellikli olmak, erdemli bir kişi olmak onurlu bir hayatın olmazsa olmazıdır. Hiçbir makam, şeref, haysiyet makamından büyük değildir. Makamlar kaybedilebilir ama şahsiyetler asla. Makamları anlamlı kılan da güzel hasletlerdir. Kim bir dakika sonrasını garanti edebilir, çok sevdiği malını ve sevdiklerini yanında götürebilir ki. Bu emanetleri kişi yanında götüremeyebilir ama emanetler ölümsüzlüştürülebilir.
Öyle bir nesil ki “Asım”ın nesli olsun, öyle bir nesil ki önünde dökülen altınlar karşısında hakkı olmadığına kanaat getirerek aldanmasın, öyle bir nesil ki kendi çocuğuna gösterdiği duyarlılığı kadar olmasa da bir çocuğu okşayacak şefkati kalpte öldürmeden hiç değilse kötülük yapmamsın. Ne olursa olsun güçler nispetinde karınca misali de olsa görevini yapabilme şuurunu yitirmemek…

İbn-i Sina, tahsil hayatının ilk yıllarında matematik derslerini pek kavrayamıyor ve bu derse bir türlü akıl erdiremeyeceğini düşünüyordu. Oysa o on yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş, ons ekiz yaşına kadar ise devrin bütün ilimlerini en iyi seviyede okuyup öğrenmiş daha sonra ise yüzlerce asrı etkileyecek ilmi buluşların sahibi olmuştu.
Bu büyük alim bir gün kırda gezerken bir kuyu görmüş. Kuyunun ağzındaki mermer bilezik, kovayı çeken ipin sürtünmesinden dolayı yarıklarla dolmuştu. Daha çocuk yaştaki İbn'i Sina gördüklerinden etkilenmiş ve kendi kendine şöyle düşünmüş; "İp gibi yumuşak bir cisim, nasıl olur da mermer gibi çok sert ve çetin bir taşı böyle keser. Mesele ne olursa olsun yıkılmamaktır, hassasiyetlerde azimli ve inançlı olabilmektir.
Her insan bir âlem olduğuna göre, ne keşifler ne güzellikler gizlidir o değişik simalarda. “Açık olanı kapat, kapalı olanı aç.” tavsiyesinde bulunan ölmez değer nükteli Nasrettin Hoca yine neler ifade etmiş acaba? Ya Gönül Kapısının Anahtarı Mevlana : “Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset hasisliğini bırak ve cömertliği iltizam et.” diyerek hangi hasletlere dikkat çekmemiş ki?
İnsana dünyada hayatını devam ettirebilmesi ve değişimi gerçekleştirebilmesi için kendisine üç temel duygu vermiş Yüce Yaradan:
İnsana menfaati ve faydası dokunan şeyleri elde etmesi için şehvet duygusu, İnsana zararı dokunacak şeyleri uzaklaştırması için gazap duygusu, yararlı ve zararlı şeyleri, iyiyi ve kötüyü ayırabilmesi için akıl. Bu üç duyguyu yerinde, zamanında ve doğru bir şekilde kullanabilmek!
Ve her zaman olduğu gibi tarih ile ayakta kalabilmek, tarihten esinlenerek konuşabilmek.
Bakın Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Hükümdarları’ndan II. Murat, İstanbul Fatihi olacak Oğlu Fatih Sultan Mehmet’e adeta bugünü anlatırcasına neleri öğütlüyor:"Bu dünyada üç türlü insan vardır.
Birincisi şudur: Akıl ve fikirleri yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir olumsuzluğu olmayan kimselerdir.
İkincisi şudur: Yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleri ile değil, çevrenin etkisi ile düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde, kafaları alır ve kabul eder. Söz dinlerler. Çoğu zaman duyup işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüsü ise şudur: Ne kendileri bir şeyden haberdardırlar, ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi istek ve arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar, diğerlerinden daha tehlikeli ve alçaktırlar.
Ey Oğul; Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım özellikteki kişiler arasında yaratmışsa, çok sevinirim. İlkinden değil de ikinciler gibi isen sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın. Onlar Allah’a ve insanlara karşı iyi bir durumda değildirler. Hükümdarlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen, hükümdar olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman, Allah da senin iyiliğini arzular…”

Doğmak hayatın başlaması ise şekilden öte insan olabilmek de mutlu bir hayatın olmazsa olmazıdır. İnsanı ayakta tutacak bir eseri yoksa hayat sonunda ölmek sadece toprak olmaksa hayat nasıl ölümsüz olsun ki?

Tüm Yazılar için Tıklayınız